Öncelikle tasvir yasağının hiçbir dinde sanat ile ilgili olmadığını, tasvire bağlı ibadet tarzı ile ilgili olduğunu söylemekte yarar var. Örneğin İslam'da ve Yahudilikte bu tarz eserlerin putperestliğe sebep olabileceği tarzında çekinceler olduğu için belli dönemlerde buna sınırlamalar getirilmiş olabilir. Ancak bunun dini bir ön kabul olarak verilmesi için bir sebep bulunmamaktadır. Şimdi bu ön kabule sahip olanların neye dayanarak bunu söylediklerini inceleyelim.

İslam'da tasvir yasağının olduğunu söyleyebilmemiz için öncelikle dinin tek kutsal kitabı olan Kuran'da açık ayetlerle yasaklanmış olduğunun gösterilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bunun için öncelikle konuyla ilgili ayetlere göz gezdirmekte fayda var.

Konu ile ilgi ayetler şu şekilde:

'Ey iman edenler; şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), şans okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz' (Maide, 5/90)

'Bir zamanlar İbrahim şöyle demişti: Rabbim; bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut. Rabbim, çünkü onlar, insanlardan birçoğunu şaşırttılar' (İbrahim, 14/35-36).

İbrahim babasına ve kavmine demişti ki: 'Sizin şu karşısında durup taptığınız heykeller nedir? 'Babalarımızı onlara tapar bulduk' dediler. 'Doğrusu sizde, babalarınız da açık bir sapıklık içine düşmüşsünüz' dedi.' (Enbiya, 21/42-44).

İbrahim babası Azer'e demişti ki: 'Sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.' (Enam, 6/74).

'Dediler ki: 'Tanrılarınızı bırakmayın. Ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne de, Yeğûs'u, Yeûk'u ve Nesr'i terketmeyin.' Böylece onlar, birçok kimseyi yoldan çıkardılar. (Nuh, 71/23-24).

Yukarıdaki ayetlerde dikkat edilmesi gereken bir nokta söz konusudur. Burada bahsedilen dikili taşların veya putların ayetlerin bütünlüğü söz konusu olduğunda tapım amaçlı olduğu oldukça nettir. Tasvir ile ilgili bir yasak söz konusu değildir. Eğer öyle olsaydı, Hz. Süleyman'ın yaptırdığı söylenen heykellerin bahsedildiği ayetlerle bu durum çelişiyor olurdu. Bir şeyin put veya Kuran'ın bahsettiği anlamda dikili taş olduğunu söyleyebilmemiz için onun bulunduğu uzamdan koparılarak bir kutsiyet atfedilmesi gerekmektedir. Kutsalın ne olduğu ile ilgili dinler tarihi konusunda otorite olan Mircea Eliade'nin Kutsal ve Kutsal Dışı kitabına bakılabilir. Nitekim günümüzde ne sanatta ne de heykelde de böyle bir kutsallık söz konusu değildir.

Her ne kadar bana göre kutsal bir kaynak olarak değerlendirilemeyecek olsa da sözde alimlerin bu konuda dayandığı esas kaynak hadis metinleridir. Kutsal bir kaynak olarak değerlendirilemez diyorum çünkü bu kaynakların en eski nüshası peygamberden dört yüzyıl sonra. Tabi burada arkeolojik olarak en eski metinden bahsediyorum. Daha sonra başka eserler bulunur mu bilemem. Söz konusu hadisleri de buraya yazmak isterdim ancak bu durumda çok uzun bir yazı olacak. Bu sebeple hadislerin genel olarak hangi konular üzerinde toplandığından bahsetmek istiyorum. Bu konular üç başlık altında toplanabilir. Bunlar tasvirin pislik olarak görülmesi, Allah gibi yaratmaya çalışarak kendini Allah'a ortak koşmak ve en önemlisi de putperestlik tehlikesi.

Şimdi bunlara kısaca cevap vermeye çalışalım.

İlk tip hadislerde tasvir köpekle aynı cümle içinde geçerek köpek gibi pis olduğu gösterilmek isteniyor. Birincisi köpeğin pis olup olmaması neye göre değerlendiriliyor. Bu ne bilimden ne de Kuran'dan referans alabilecek bir bilgi. İkincisi bu tip hadislerin birinde köpek ve heykel bir tutulurken bir diğerinde köpek ve resim bir tutuluyor. Yani hadis kaynakları arasında da bir çelişki söz konusu. Hz. Muhammed resim mi heykel mi dedi ondan bile emin olamıyoruz.

İkinci tip hadislerde Allah gibi yaratmaya çalışmanın cehennemlik bir iş olduğundan bahsediliyor. Bu tip hadisler de benim kanaatime göre tarihsel bağlamından koparılarak sunulmaktadır. Allah'ın yarattığına benzer yaratma ne demektir. Burada bahsedilenin ne olduğu bile anlaşılmıyor. Zira bir heykel veya resim insana ne kadar benzeyebilir. Bu benzerlik neye göre değerlendiriliyor. Bunun heykelin veya resmin tapım aracı haline gelmesi ile ne ilgisi olabilir. Bunların hepsi muamma. Burada günümüzdeki anlamıyla tasvir ile Allah'ın suret verme durumunun birbirine karıştırıldığı görülüyor. Suret vermek ise Kuran'da tek bir yerde geçiyor. Bu ayet İnfitar Suresi 8. Ayettir. Gelin bu ayete de göz atalım.

'O, seni yaratıp sana şekil veren, seni düzgün ve ölçülü kılan, istediği şekilde seni terkip edendir.'

Görüldüğü gibi ayette tasvirle ilgili herhangi bir şey yok, tamamen insanın yaratılmasını anlatıyor ve herhangi bir hükümde vermiyor.

Üçüncü tip hadislerde tekrar putperestliğe dönme korkusu söz konusu. Bu bakış açısını tarihsel olarak değerlendirildiği müddetçe görece haklı buluyorum. Ancak burada bazı sorunlar var. Örneğin İslam alimlerinden İmam Kurtubî yukarıda Nuh Suresi'nde sayılan isimlerin salih kimselere ait olduğunu, kavimlerinin onların hatırasını anmak için heykellerini yaptıklarını, zamanla bu saygının tapınmaya dönüştüğünü yazar. Birincisi İmam Kurtubî bu kimselerin tarihteki önemli şahsiyetler olduğunu nereden bilmektedir? Bunun arkeolojik veya tarihsel delili nedir? İkincisi bunların Salih kimselerin heykelleri olduğunu varsaysak bile bunlara kutsallık atfedilmediği sürece yapımının veya bunlardan estetik zevk alınmasının sakıncalı olduğu hangi kutsal metinde yer almaktadır?

Ben olaya bir de farklı noktadan bakmak gerektiği kanaatindeyim. Sonuç olarak kişileri, mimari yapıları, ağaçları, kayaları, nehirleri, doğa olaylarını sözün kısası her şeyi bulunduğu uzamdan ayırarak kutsallık atfetmek mümkündür. Örneğin İslam öncesi Arapları sadece figüratif heykelleri değil belli ağaçları veya kayaları da kutsal olarak görmekteydi. Bu durumda her gördüğümüz ağacı kesmemiz her tuttuğumuz kayayı kırmamız mı gerekmektedir? Mesela Kuran'da insanların Firavuna tanrı olarak baktığı apaçık bellidir. Bu durumda insanlara bakmak veya mimari eserler vermekte sakıncalı mıdır?

Kutsallık atfedilen heykellere gelecek olursak. Bu heykeller Kurtubi'nin söylediği gibi yapılan zamandan bir süre sonra kutsallık kazanan eserler değildi. Çünkü bugün bilmekteyiz ki İslam Öncesi Arap Yarımadası'nda heykelleri yapılan tanrıların birçoğunun tarihi Sümer'e ve Antik Mısır'a kadar uzanıyordu. İslam öncesi Arap Yarımadası'nda yaşayan insanlarda zaten bu taşlara tapmıyorlardı. O heykeller birer semboldü. Binlerce yıllık tanrıların veya tanrıçaların sembolleriydiler. Ve onlarda bu tanrılardan aracılık umarak onlara tapmaktaydılar.

Aslına bakılırsa bunların tasvir olduğunu söylemek bile zor. Bana kalırsa Kuran bunlardan bahsederken bilinçli olarak dikilitaş demektedir. Çünkü İslam öncesi Arapları 'da figüratif tasvirlerden mümkün olduğunca uzak durmuşlardır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi kendilerine belli kayalardan ve ağaçlardan figürsüz tanrılar yapmışlardır. Yani tasvirin reddi zaten tasvirin bulunmadığı bir ortamda ilan edilmiştir. Bu durum diğer semitik toplumların tarihlerinde de izlenebilmektedir. Yani figüratif sanata karşı ortaya çıkan doktrin, zaten tasvirin olmadığı bir toplumda meydana gelmiş gibi görünüyor.

Bu yüzden de Kuran ve hadisler farklılık gösteriyor. Ayrıca hadislerde tasvir genellikle duayla, kıyafetle veya tamamen başka bir konuyla ilgili bölümlerin içinde yer alıyor. Bu da tasvir meselesinin aslında çok da fazla önemsenmediğini bize gösteriyor. Nitekim tasvirin yasak olduğu iddia edilmesine rağmen birçok İslam medeniyetinde de tasvirlere rastlanıyor. Bana kalırsa problem Allah kelamının yanında hadis metinleri gibi tarihsel kaynaklarında kutsanmasından başka hiçbir şey değil. Eğer tek kutsal kitap olarak Kuran görülürse ve hadisler tarihsel metinler olarak değerlendirilirse ki böyle olduğunu anlatabildiğimi sanıyorum. Problemin ortadan kalktığını düşünüyorum. Zaman ayırdığınız için teşekkür ediyorum.