Geçen hafta sizlere bir parça şiirden, hayata anlam katabilen koca bir fikir elde edebileceğimizi anlatmaya çalıştım. Bu hafta yarım kalan bu yorumu devam ettirmek niyetindeyim. Ben gerek okuduğum romanlarda ve şiirlerde gerekse dinlediğim şarkılarda hep hayatıma dokunabilecek cümleler veya tınılar aradım. Çünkü okuduğum her kitabın farklı hayatları hayatıma kattığını, farklı kültürleri içselleştirmemde yardımcı olduğunu fark ettim ve kendimi her kitapta yeniden var ettim. Lafı fazla dolandırmadan şiire geçmek istiyorum. Geçen hafta aktardığım şiirde Şükrü Erbaş, şiirin var oluşunu anlatırken kendimizi de nasıl var ettiğimizden bahsediyordu. Bu bölümde ise bu sürecin hiçbir zaman bitmediğini söylüyor.

Şiire şöyle devam ediyor şair:

'Çocukluk unutulur mu hiç… sonsuzluktur, dersin. İnsanın bütün yaşlarıdır. Hayatın hazinesidir. Geriye dönüp kendimizi sevdiğimiz, başkalarının kapısını araladığımız bitmez okuludur dünyanın. Yaşamın ilk harfleridir. İnsan büyümeyi erken öğrenir. Çocuk büyür. Yıllar sonra döner yine çocuk olur. Kendi içinden durmadan kendini doğurur. Çocuk olarak doğurur, yetişkin olarak doğurur. Bunu yapamayan büyükten bir cehalet heyulası doğar, ölüm doğar.

Tedirgin susarsın.'

Bu paragrafı okurken aklıma Haruki Murakami'de okuduğum bir pasaj geldi. Kütüphanemi biraz kurcaladığımda hangi kitapta geçtiğini buldum. Bazısı hoş karşılamasa da ben kitapları çizmeyi severim. Kitabı yaşamak gerektiğini düşünürüm çoğu zaman. Kitabın bende bıraktığı iz gibi bende onda bir iz bırakmak istiyorum belki de. Ve benden sonra okuyacaklara bir hatıra bıraktığımı düşünür huzur bulurum. Neyse, konumuza dönersek dostlar, okuduğum pasajı 'Kumandanı Öldürmek' isimli kitapta buldum.

Pasajda ana karakterin ağzıyla şöyle bir cümle kurmuş sevgili Murakami:

'Olmuş bir kişi bile yoktur şu hayatta. Herkes yapım aşamasındadır aslında.'

Buradaki ortak nokta nedir diye sorarsanız?

İkisi de insanın devam eden bir yolda yolcu olduğundan ve bu yolun insanı sürekli dönüştürdüğünden bahsederler. Bizi var eden, hayatın sürekliliğidir. Hareket doğanın yasasıdır. Hiçbir şey aynı değildir ve her şey bir oluş içerisindedir.

Yani Herakleitos'un da dediği gibi:

'Tıpkı ateşin bir süreç olması gibi varlık da bir süreçtir; varlık yoktur, oluş vardır. Aynı nehre iki defa giremezsin. Çünkü aynı nehre girenlerin üzerine her zaman yeni sular gelir.'

Ne aynı nehirde iki defa yıkanabilirsin ne de yıkandığında sen aynı insan olursun. Herkes toplumdur ve toplum herkestir. Herkes çocukluğunu yaşadığı coğrafyadır. Herkes okuduğu romandır, dinlediği müziktir ve söylediği şiirdir. Herkes yediği yemek, içtiği sudur. İnsan sürekli değişir ve dönüşür. Sürekli bir oluştan başka bir oluşa geçer. İnsan kendini yeniden doğurabiliyorsa var olur. Bu harekete karşı durmaya çalışanlarsa köhneleşir ve şairin dediği gibi buradan ancak büyük bir cehalet heyulası ve ölüm doğar.

Ali Şeriati'nin bu konu da çok beğendiğim bir metaforu vardı. Muhtemelen onu da çizmiştim ama yerini bulamadım. Bu yüzden size mana olarak aktaracağım. Eksiğim varsa affedin. İnsan balçıktan yaratılmış der Kur'an-ı Kerim. Hatta bunun için 'lığ' yani kokuşmuş balçık ifadesini kullanır. Sonra Tanrı, ruhundan üfler bu balçığa. İşte insan ömrünü bu iki ucun arasında yaşar. İsterse Tanrı'nın erdemine yaklaşır isterse kokuşmuş bir balçık olma yolunda adım adım bataklığa gömülür. Değişim kaçınılmazdır. Ancak nasıl değişeceğimiz bizim elimizdedir. İnsan cennetini de cehennemini de kendi var eder.

Şiirin devamı ise şöyle:

'En başa döner söz, unutulmuş gibi: 'nasıl başladınız?' Sıkıntın katlanır. Mazlumla çok erken tanıştım, dersin. Masallarla çok erken. İnsanın cehennemiyle erken. Gözyaşı götürdü beni harflere. Alın çizgileri götürdü. İnsanın yalnızlığından utandım. Taşların, yaprakların, böceklerin sonsuzluğu önünde ürperdim. Yazdım. Sonra yazdıklarımla hayata baktım. Başkalarını sevecek, onurumu koruyacak, yaşadığımı hak edecek başka bir şeyim olmadığını anladım.

Sessizlik büyür, büyür...'

Ve şair, soruların hep en başa dönmesinden yakınır. Bir şeylerin unutulmuş, anlaşılmamış olmasından. İnsan doğası gereği hep kısa yollar arar kendine. Nasıl şair oldun? Nasıl yazıyorsun? Nasıl başladın? Oysa her şair veya yazar kendi deneyimlerinin bir sonucudur. Kendi coğrafyasının, tarihinin ve kültürünün. Okuduğu kitapların, dinlediği masalların, söylediği şarkıların. Şair hep yoldadır. Ama o yolun sonu yoktur. O yol hayattır ve o yolda nasıl yaşayacağımız bize bağlıdır.

Kendimizi insan onuruna yakışır bir şekilde yeniden üretecek miyiz? Yoksa cehaletin karanlığında boğulup gidecek miyiz?