Bu hafta size okuduğum ve beni oldukça etkileyen bir şiirden bahsetmek istiyorum.

İtiraf etmek gerekirse Şükrü Erbaş'ın 'sessizlik büyür, büyür' adlı şiirini okuduğumda başta bir şey anlamadım. Çoğu zaman ilk okuyuşta kavrayamam şiirleri. Üzerinde durmam onunla iletişime girmem, ona kalbimi açmam gerekir. Düşünerek tekrar okuduğumdaysa bir aydınlanma yaşadım. Yazar benim hislerime mi tercüman oluyordu bilemem. Ama ben ne anladığımı ve ne hissettiğimi sizlerle paylaşmak istedim.

Sonuçta sanat eseri bir parça da olsa izleyicinin ruhunda yaptığı çağrışımlarla ayakta kalmaz mı?

Bu sebeple affınıza sığınarak kendi alanımın dışına çıkıyorum bu yazımda.

Şiirin beğendiğim bir bölümünü size aktarıp naçizane yorumlarda bulunmak amacım. Şiirin tamamını okumak isteyenler için bulunduğu kitabın adı 'Kuş Uçar Kanat Ağlar'. Şimdiden vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

Şiirde dikkatimi özellikle şu pasaj çekti:

Eşikten sadece şiir geçmez. Sen de geçersin. Gider konuşursun. 'Bir şiir ne zaman başlar ne zaman biter; bir kitap ne zaman, nasıl karar verirsiniz?' Harfe dönmüş, uğultu olarak kalmış, gölgelenmiş, ışımış binlerce ayrıntının, aklındaki binlerce düğümünü anlatacaksın? Kalbiniz bilir, dersin usulca. Sezgileriniz fısıldar. Okuduğunuz şiirlere bağlıdır biraz da bu. Dinlediğiniz müziklere. Gözyaşlarına. Alın çizgilerine. Şiirin vardığı yer kadar bu sözlerin vardığı yerde gölgelidir.

Soran susar, sen susarsın.

Sanırım yazar şiirlerin oluşum sürecinden bahsediyor. Ben ise bu mısraları okuduğumda insanın hayata bakış açısını, insanı insan yapan özellikleri gördüm. Şair, şiiriyle birlikte insanın kalbine nüfuz etmekten bahsettikten sonra şiirin oluşumunu anlatıyor. Zihnin kuytu köşelerinde saklı, kulağında anlamını çözemediğin bir uğuldama ile bir plak gibi dönüp duran veya ışığın bir maddeyi aydınlatarak bizim o maddeyi algılamamızı sağladığı gibi birden imgeleminde netliğe kavuşan ayrıntıların akılda bir araya gelerek bir dizgeler bütünü oluşturmasıdır şiir diyor benim kanaatimce. Tabi bu sadece şiir için değil tüm sanat dalları içinde geçerli bir durum, bunu da zaten bir şiir veya bir kitap nasıl biter sözcüğü ile açıklamış. Şiirin veya eserin bittiğini nasıl anlarsınız biliyor musunuz? diyor yazar daha sonra, kalbinizle ve sezgilerinizle. Eserin son şeklini almasındaysa okuduğunuz şiirlerin, dinlediğiniz müziklerin, acılarınızın ve yaşam boyu elde ettiğiniz tüm deneyimlerin etkili olduğunu söylüyor.

İşte tam bu noktada ben, insanı insan yapan özelliklerinde bunlar olduğu sonucuna vardım. Alın çizgisinden kasıt insanın hayat boyu verdiği emek ve bu emeğin sonucunda elde ettiği deneyimlerdir. Gözyaşları çektiği acıların sembolüdür; çünkü insanı esas şekillendiren çektiği acılardır bu hayatta. Müzik ise bambaşka bir şeydir; en soyut sanat olan müzik, senin kalbini bambaşka dünyalara açmana sebep olur; başka bir deyişle adeta insana dünyalar arası yolculuklar yaptırma özelliğine sahiptir. Ve okuduğunuz şiirlere bağlıdır diyor. Ben yine yukarıdaki bir şiir veya bir kitap dediği soru cümlesini de göz önünde bulundurarak bunun kültür olduğunu varsaydım yani insanı şekillendiren en önemli etken. Yani Newton'unda dediği gibi 'Eğer daha uzağı görebiliyorsam bu, benden önceki devlerin omuzlarında durduğum içindir.' ki şair de şiirin ileriki sayfalarında bazı isimlerin, hayatını, duygularını ve hayal gücünü şekillendirdiğini söylüyor. Ve onu o yapan değerleri oluşturanın da o dev isimler olduğundan bahsediyor. Bu sadece şiir için geçerli değil kuşkusuz. Bizi biz yapan değerler içinde geçerli. Bu değerler yukarıda da bahsettiğim gibi emek, acı, insanın özgürce kendisi olabildiği sanat ve en önemlisi de insanı insan yapan bilgi biriktirebilme kabiliyeti.

Şimdi bir düşünelim.

Bunların ortadan kalktığı bir ortamda hala kendimize insan diyebiliyor muyuz?