Yağmurlarla geldi bahar.

Güneş ha açtı ha açacak derken serin nisan rüzgarları esmeye başladı çoktan. Ağaçlar yeniden dirilir gibi hayat koktu. Leylak koktu, erik çiçeği, kiraz çiçeği koktu. Dahası tüm sokaklar limon çiçeği koktu. Burada bahar bir başka güzel. İnsan nasıl sunar bunların sahibine şükranını bilemiyorum. Yetmiyor bu nokta da hamd etmek, yetmiyor şükürler olsun demek.

İçim aczimi hissedip eğiyor başını.

Bir limon çiçeğine uzanıyor ellerim. Kokusunda kokusu vardır belki diyorum.

Belki beyazında nuru vardır. Belki üzerine vuran güneşte. Belki şu rüzgarda. Belki şu ılık öğle vaktinde ondan bir haber vardır diyorum. Sevmek ne güzel diye fısıldıyorum. Onu sevmek çok daha güzel...

Keşke tüm kainat duysa fısıltımı, keşke her yaratılmışın kalbini ortak edebilsem hissettiklerime. Keşke onu içimde duyduğum gibi duyurabilsem, keşke hissiyatında bir dili olsa. Onun lügatiyle konuşsam da böyle yetersiz kalmasa kelimelerim.

Aydın da bir öğle sonrası Alihan Oğlu İsmail Türbesindeyim.

Bir kedi yavrusu düşüyor önüme. Demir parmaklıklı bir kapıdan geçiyorum. Taş duvarlarla örülü bir bahçe ve çok eski bir yapı ile karşılaşıyorum. Onca bakımsızlığına ve hatta terk edilmişliğine rağmen tuhaf ve insanı kendine çeken bir yanı var bu türbenin. Sanki her şey yalan da bir tek burası gerçek.

Sanki bir tek burada nefes alıyor insan.

Taş duvarlar dile gelip de geçmişi anlatır gibiler. Kim bilir kimler oturdu şu taşların üzerine demekten alamıyorum kendimi. Sonra, yaşam filmimde bir anı da benimle olsun diye oturuveriyorum. Bir elim sol yanımda selam veriyorum mülkün sahibinin izniyle. Selam veriyorum bahçedeki ağaçlara. Mezar taşlarına yani ki benden önce gelip de benden önce gitmişlere. Üzerinde otların bittiği o yaşlı, demir parmaklıklı türbeye.

Bahar, buraya da uğramış belli ki. İçimde sürekli biraz daha kal hissi. Biraz daha kalıyorum. Oturduğum yerde şehrin bütün gürültüsünden, karmaşasından uzak kalbimi bir Allah dostunun varlığıyla dinlendiriyorum.

Güzel şeyler hissederek ve güzellikler alarak…

Sonra ölümü düşünüyorum. Mezar taşları kör kör parmağım gözüne der gibiler çünkü. Ne garip aynı anda hayat aynı anda ölüm insanın içinde yer edebiliyor. Halbuki daha birkaç dakika öncesinde hayat kokuyordu ya her şey.

Belli ki bu yüzden Japonlar o güzelim kiraz çiçeklerinin açtığı nisanın ilk haftasını sakura bayramı olarak kutluyorlar. Nisanın ilk on gününe tekamül eden devrede Japonya da sakura adı verilen kiraz çiçekleri açıyor. Ve bu zaman diliminde insanlar sakuraların açışını ve dökülüşünü izlemek için kiraz bahçelerine koşuyorlar. Onlara göre kiraz çiçeklerinin açması yeniden doğuşu simgelerken, daha solmadan, en güzel halindeyken yere düşmeleri ani ve acısız ölümü ifade ediyor.

Bir öğle sonrası Alihan Oğlu İsmail türbesinin bahçesinde ölümü ve hayatı yaratanın sesine ram olmak için uzattım ellerimi kendi içime…

Bahar gelmiş her yere. Ve inanın içime…

Her yer çiçek, her yer bahar kokuyor. Bu mevsime leylaklar, sümbüller, zambaklar ve evet laleler nasıl da yakışıyor. İnsanın bu mevsimden öğreneceği ne çok şey var. Ne çok güzellik var. İnsan da, bu mevsimde yağan yağmurlar gibi umutsuz ve çorak gönüllerdeki umut tohumlarını yeşertebilmeli.

Bu mevsimde açan güneş gibi ısıtmalı, ışıtmalı, büyütmeli…

Ve evet, 'İnsan insana çiçekli bahçe olmalı!'.

Olmalı…

İnsan insanın çiçekli bahçesi olmalı…

Öyle bir insanın sevilmemesi mümkün mü?

Öyle bir insanın özlenmemesi mümkün mü?

Mümkün mü öyle birinin yanındakinin içine güzellikler serpmemesi.

Mümkün mü gül kokan bahçeye girip de insanın üzerine gül kokusunun sinmemesi.

O yüzden, insan insanın karşısında değil, yanında ve evet kalbinde durmalı.

Bütün aidiyetlerinden, sanlarından, rollerinden sıyrılıp insan olmalı. Bunu başarmak zor olmasa gerek sanılanın aksine.

Ama öyle çiçekli bahçe olmak ayrı şey, bulmak apayrı bir şey.

Bir öğle sonrası Alihan Oğlu İsmail türbesinden sessiz adımlarla yol aldım.

Bir kedi yavrusu geçmedi önümden. Merdivenleri inip demir parmaklıklı kapıdan çıktım. İçimde bir sevinç bilmem ki niye. Gülümsedim işte bir portakal çiçeğine... Dönüp selam verdim geride kalanlara.

Sokaklar taş döşeliydi. Yürüdüm…

Çiçekli bahçelere!