Hiç hesapta yoktu...

Akşam akşam instagramda bir canlı yayına bağlanıp bilmem kaç saat süren bir konuyu ilgiyle dinlemek. Hemen ayrılabilirdim belki ama baktım ki konuşan Türkiye'nin ismi duyulmuş psikoterapistlerinden biri. Ortam desen oldukça samimi. Hani televizyon ekranındaki gibi kravatı boğazını boğmuyor, alnından ter damlamıyor, tebessüm akıyor yüzünden. Sonra, esintili bir İzmir akşamından üstelik de balkonundan yayına bağlanıyor.

Arkada güzel bir İzmir manzarası. Eee sohbette güzel. Neden olmasın dedim. Başladım izlemeye...

Önce, İrlandalı yazar Samuel Beckett'in bir cümlesi çarptı kulağıma: 'Daima bir şey buluruz değil mi? Var olduğumuzu hissettirecek bir bahane!'.

Ardından, 'Yaşamak için bir iyiye sığınmak zorundayız!' diyen, ismini duyamadığım bir bilgenin cümlesi.

Ohh dedim tam benlik.

Sonra, ardı ardına birçok felsefi söylem. Konunun özü ise içimizdeki kötüydü.

Dinledikçe aslında yıllardır farkında olduğum, ekmek su gibi bildiğim bir şeyden bahsediyordu. Ama tabi bilim benim bildiğim şekliyle ifade etmiyordu bunu.

'Her insanın içinde bir kötü var. Hepimiz benciliz. Hepimiz çıkarcıyız...

Birbirimizi dinlemiyoruz. Ve aslında dinlediklerimizde de kendi inandığımızı destekleyecek olanı arıyoruz. Bize benzeyen insanları seviyoruz. Ve kendi cahilliğimizde ısrar ediyoruz' diyordu, konuşan kişi.

Ne kadar doğru dedim kendi kendime. Günümüzün fotoğrafı bu cümlelerin içindeydi ve benim tam da bam telime basılmıştı. İçim cız etti tabiri caizse.

İçim cız etti. Çünkü herkesin her şeyi en iyi bildiği, bilene ise susmanın düştüğü bir dünyada, gerçekler tokat gibi iniveriyordu yüzümüze.

Oysa, herkes iyilik abidesiydi. Herkes en iyiydi. Herkes en akıllı ve en zekiydi. İçimiz de hiç kötülük yoktu. Yoktu da dünya da sayısız insan niye çığlık çığlığaydı?

Neden gazetelerde sürekli ölüm vardı?

Neden aldatma vardı?

Neden hırsızlık, yalan, hile, düzenbazlık vardı?

Bir insan öz babasını miras için nasıl zehirlerdi mesela?

Bir kurye para üstünü vermediği için ve üstelik küçük bir meblağ için birini nasıl öldürebilirdi?

Bir çalışan patronunun kasasını nasıl boşaltırdı sinsi sinsi?

Bir insan sırf sevgisine karşılık alamadığı için birinin yaşam hakkını nasıl gasp ederdi?

Ve bunlar gibi nice soru...

Neden?

Çünkü içimizde bize hükmeden bir kötü vardı. Ama bu kötü, biz onu seçtiğimiz ve beslediğimiz için vardı.

Hatırlarsınız eminim o Kızılderili hikayesini. Hikaye de: 'Yaşlı Kızılderili reisi ve torunu kulübelerinin önünde oturmuş, az ötelerinde birbirleriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izlemektedir.

Köpeklerden biri beyaz, öteki siyahtır. On iki yaşındaki çocuk kendisini bildiğinden bu yana o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup durmaktadır. Çocuk kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu, dedesinin ikinci köpeğe neden gereksinim duyduğunu ve renklerinin neden illa siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordur?

Ve sorar dedesine: 'Neden?' diye.

Yaşlı reis gülümseyerek yanıt verir: 'Onlar benim için iki simgedir'. Der, 'Biri iyiliğin, öteki kötülüğün simgesi. Aynen bu köpekler gibi iyilik ve kötülük de içimizde sürekli savaş halindedir. Onları seyrettikçe hep bunu düşünürüm.
Onun için sürekli yanımda tutarım onları.'

Çocuk sözün burasına bir nokta koyar; 'Onların arasında bir savaş varsa, kazananı, kaybedeni de olmalı' deyip, yeniden sorar: 'Sence hangisi kazanır bu savaşı?

Reis, şu yanıtı verir: 'Hangisini daha çok beslersem, savaşı o kazanır!'

Tıpkı bu hikayedeki gibi biz –içimizdeki iyi ya da kötü- hangisinin daha güçlü olmasını istiyorsak onu bile isteye besliyoruz aslında.

Oysa hepimiz yaşam adı verilen şu kısacık hayatta mutlu olmanın, iyi yaşamanın yollarını arıyoruz. Hepimizce iyi yaşamanın bin bir türlü yolu var.

Kimimiz bu yolları ya da yolu biliyoruz, kimimiz ise hala aramakta. O yüzden olsa gerek bizi yaratan bir mutluluk davetiyesi olan kitabında her şeyi ince ince ve ayrıntılarıyla anlatmış. İçimizdeki iyinin ve kötünün ne olduğunu, kötüden ve kötü olmaktan nasıl korunacağımızı, nasıl iyi olunacağını ve nasıl mutlu olacağımızı...

Ama nedense, Kur'an-ı anlamak yerine onu ötelemeyi, yok saymayı ve hatta örselemeyi tercih ediyoruz. Eğer böyle olmadığını, ilahi kitapların okunup, yaşandığını söylüyorsanız bir bakın etrafınıza; okunuyor ve anlaşılıyorsa ve hatta yaşanıyorsa dünyada bu kadar kötülük, bu kadar acı, bu kadar gözyaşı nasıl olabilir?

Ve evet, konunun başlangıç noktasına dönüp, içimde ben bu yayını dinlerim dememi sağlayan, beni kendine çeken o sihirli cümleyle sözlerimi bitiriyorum.

'Yaşamak için bir iyiye sığınmak zorundayız!'.