Bayramın son gününden herkese merhaba ve iyi bayramlar, sağlıkla, gönlünüzce, sevdiklerinizle ve sevdiğinizce...

Evet, bir bayram daha geçiyor ömür hanesinden. Her zaman ki bayramlardan çok farklı olarak. Maskeli, mesafeli ve uzaktan!

Ama insan bu, istedi mi bulur bir çaresini. Gidemedik belki sevdiklerimizin yanına, öpemedik ellerini, sarılamadık şöyle doyasıya, özenle hazırlanmış sofralara kurulamadık, her ziyarette illaki tutulan çikolatadan, kolonyadan nasiplenemedik ama görüntülü aramalar yaptık bayram tadında. Karşılıklı demlediğimiz çayları, yaptığımız kahveleri yudumladık. Tadamasak da sarmalardan, tatlılardan göz ucuyla nasiplendik.

Sonra birbirimize takıldı gözlerimiz, nasıl da değişmiş bazıları. Saçlarına düşen beyazdan, alnına değen yılların gölgesinden, kiminin saklayamadığı hüznünden, kiminin içinde göllenmiş olanı diline düşürmesinden, dillendirmesek de anladık hiçbir şeyin aynı kalamayacağını.

Ama sevgi var ya o sevgi!

Hani içimizde büyüttüğümüz, söylemekten imtina ettiğimiz; varlığıyla mutlu olduğumuz, yokluğuyla mutsuzluğun dibine vurduğumuz, o sevgi!

O konuştu çoğu kez bu bayram. Bu bayram, o dile geldi.

Kimi bağıra bağıra 'Seni çok seviyorum' dedi, sevdiğine. Kimi söyleyemese de davranışlarıyla, gün de bilmem kaç kez aramasıyla, bir ihtiyacın var mı diye sormasıyla, merak ettim nasılsın demesiyle, özledim arayı açma, özletme diyerek konuşturdu sevgisini.

Belki uzaktık bu bayram sevdiklerimizden ama sevgimiz hiç bu kadar içten konuşmamıştı kendimize ve karşımızdakine... Anladık.

'Bugün bayram, erken kalkın çocuklar!' diyen, Barış Manço'nun gerçekte hüzünlü ama söylenişiyle neşe veren şarkısında olduğu gibi erken kalkmadık belki. Ama sevdiklerimizi aramak için acele ettik biliyorum. Bir bekleyeni varsa insanın, telefonun öbür ucunda mesafeler lafta kalıyordu. Bir alo ile ne çok şey değişiyordu.

Oysa, böyle hesap etmemiştik bu bayramı. Hatta bu ramazanı. Kaderde böyle yalnız, böyle içinde saklana saklana, inzivaya çekilmişler gibi kendini hesaba çeke çeke geçirmek de varmış onca zamanı.

Doğru, sevdiklerimizi çağıramadık iftar sofralarına. Kendi elimizle bir kapıyı çalıp bir fakiri sevindiremedik, belki doyasıya okşamadık bir yetimin başını, fitremizi veremedik. Ama bir yolunu bulduk yine de iyiliğin ve sevginin gücünü konuşturmanın.

Oruç tutamasak da kefaretini ödedik mesela.

Telefonlarımızda yüklü mobil bankacılık hizmetiyle dünyanın öbür ucuna bile yetiştik deryada bir damla olsa da. İnsanın içinde sevgi varsa ve başkalarını mutlu ettikçe mutlu olduğunu fark etmişse imkansızlar imkan dahilinde oluveriyordu.

Bunun için illaki de Ramazan ayı olması gerekmiyordu. Kaldı ki Ramazan ayı, iyiliği yaymanın ve sevgiyle bakmanın, insan olmanın provasının yapıldığı ay'dı. Gerçekte insan olan bunu her zaman yapardı. Yaparken de sevap kazanma kaygısı ya da herkesçe bilinmesi gibi bir arzuya kapılmazdı. Çünkü, her gerçek iyiliğin cevap bulduğu tek yerin Rabbin katı olduğunu bilirdi.

Ramazan ayı, insan olarak yaratılmanın şükrünü eda ettiğimiz ay'dı en çok da. Çünkü insan olmanın, kul olmanın nasıl olacağını anlatan Kitab-ı Mübin'in indiği ay Ramazan'dı. Ve bir gece vardı ki içinde gecenin ve gündüzün nuru onunla yan yanaydı. Ne mutlu, ramazanı hakkı ile eda edebilenlere...

Demem o ki şükredecek çok şeyimiz var.

Mesela, oruç tutmaya layık görülmek bir şükür ve hamd sebebi benim için. Bismillah diyebilmek, doğan güneşe çok şükür nazarıyla bakıp, o gün için güzel şeyler dileyerek, yapmak arzusuyla niyet dahilinde adım atmak bir şükür vesilesi. Sağlıklı olmak, insanın çekirdek ailesiyle de olsa bir şeyler yapabilmesi, en azından sevincini ve sevgisini paylaşabilmesi bir şükür vesilesi. Daha saysam sayfalar dolar zannımca.

Çok şey hayal edip, çok anlam yükledik belki olmasını arzu ettiklerimize. Ama ne demişler 'Kul kurar kader gülermiş!'

Hayıflanmamak gerek, insanın ömrü olsun yeter ki.

Daha çok bayramlar gelecek, daha çok ramazanlar olacak önümüzde.

Yapamadıklarımız mı?

İlle de bayram olması mı gerekiyor hem!

Hadi kalın sağlıcakla...