Dirsekleri yağlı masanın üzerinde yine, başı öne eğik, şişe dibi gözlükleri ile kayboldu bir kez daha kutsal hazineleri içinde. Siyah dövme demirli dar pencereden sızan ışık huzmesi, sararmış parmakları arasına mıhladığı izmaritin isine bulanıyordu kesintisiz. Yağmurlu bir sonbahar günü daha sona ermek üzereydi hücre hissi veren odasının alacakaranlığında. Daha fazla ne isteyebilirdi ki bir insanoğlu şu fani dünyada…

Beş altı sene olmuştu belki evden dışarı çıkmayalı. Gerekmedikçe, yani tuvalet ihtiyacı haricinde, odasından da pek ayrılmıyordu artık. Bir akşam oğlu uğruyordu dairesine, bir akşam kızı, sırayla. Şanslı adamdı vesselam. Gül gibi bakıyorlardı babalarına. Ama en çok kızı severdi onu, bilirdi. Beyaz saçlarını tarardı özenle, sakalına saçlarına biçim verirdi haftada bir. Ürkek kuşları andıran narin parmakları sarmalardı adamın yıpranmış ve derin düşüncelere bulanmış ihtiyar kafasını, ağısını alır boşaltırdı içinden.

Yatağının başucundaki komodinden başlarsak ilkin, anasından kalma antika cam sürahi ve kesme su bardağı vazgeçilmeziydi. Kızı pek bir özenir, sirkeli bezlerle ovar parlatırdı babasının kıymetli takımını. Bakır küllük, tütün kutusu, oymalı sigara tabakası ve kibrit kutusu ikincil önemli mal varlıkları idi yaşlı adamın. İki üç saatte bir, üç beş cigaralık tütün sarmak, alışılagelen düzenin olmazsa olmazıydı. Bir de küçük radyosu vardı ki gençlik yıllarından kalma… Uzun yıllar boyu yanında taşıdığı pilli oyuncağı, kırk elli senelik nerdeyse, en vefalı dostu sayılırdı aslında… Emekli olunca, bir de adaptör adapte edilir yarım asırlık eğlence kutusuna; gelsin türküler, gitsin programlar, değmeyin artık keyfine.

Unutmadan geçmeyelim tabii, kendi pek önemsemese de bunu, bütün insanlar gibi yeme ihtiyacının karşılanması gerekiyordu. Geniş komodinin bir kenarında dinlenen antika bakır tepsi, üstünde taşırdı mütemadiyen günlük gereksinimini. Kızının her uğradığında kontrol ederek eksileni arttırıp, kokanı küfleneni temizlediği plastik kapaklı camdan minyon kahvaltı kapları,

kurumasın diye kilitli bir poşete yerleştirilmiş tam buğday ekmek dilimleri,

geceden demlenmiş onu gün boyu idare edecek çay termosu

yine kapaklı bir termos sefer tası içinde ılık çorbası,

atıştırmalık biraz çerez ve meyve, Allah ne verdiyse…

Akşamları hangisi gelirse artık çocukların, bir öğün taze sıcak yemeğini de ihmal etmezlerdi babalarının. Oğlan ne yapsın, hazır alaminüt bir şeyler getirirdi ama ah o kızı, kızı yok mu? O bir peri kızıydı sanki masallarda en özleneninden. Her şeye o koşturur, her şeyi o planlardı. En iyisini o yapar, en güzelini o bilirdi.

Bir konuda kimi zaman çok ısrarcıydılar yalnız ki cidden canını sıkıyorlardı gündeme getirdiklerinde. Dün neredeyse kızını incitecek sözler çıkacaktı yaşlı adamın ağzından. Banyo da banyo… Hijyen de hijyen… Altı ayda bir de yıkanılmaz mıymış, saçları da çok yağlanmışmış, çarşafları kokuyormuş, odayı da boşaltmak gerekiyormuş, gerekli ve gereksizleri ayırmak, böyle de olmazmış, mış da mış mış da mış mış… Amma velakin ikna edememişlerdi işte. İyi ki de edememişlerdi, bu soğuk havada hastalık kol geziyordu zaten. Üç gündür hafiften öksürüyordu, bir de yıkanıp iyice mi şifayı kapsındı.

Dirsekleri yağlı masanın üzerinde yine, başı öne eğik, şişe dibi gözlükleri ile kayboldu bir kez daha kutsal hazineleri içinde. Masanın altında ve üstünde gelişigüzel serili, irili ve ufaklı, kimi ağzı açık kimi kapalı koliler ve paketler dikkat çekiyordu ilkin. Bunların arasında kibrit çöpleri, boş kibrit kutuları, bir iki yapıştırıcı, sigara sarma kağıtları, üç beş renkli çakmak, sigara paketlerinin yaldızlı kağıtları… Hepsi ve her biri, umutsuzca ve umarsızca bekliyorlardı uzun zamandır, sahiplerinin önce beyninde, sonra da kısmetse ellerinde birleşerek başka bir nesneye dönüşmeyi…

Yarı açık kolilerden rengarenk kibrit kutuları, Nuh Nebi'den kalma ağızlıklar, kullanılmamış sigara filtreleri, unutulmuş sigara markalarının paketleri göz kırpardı atık malzeme meraklılarına… Çok güzel bir minyatür ev yapacaktı onlarla, kimsenin daha önce yapmadığı ve ileride de yapamayacağı, taklit edilemeyecek yani; yıllar önce karar vermişti buna. Ne yazık ki sıkıcı sabah akşam mesaisi ellili yaşların sonuna kadar; emeklilik sonrası yine bir maddiyat mücadelesi; hanım, çocuklar, okulları derken fırsatı olmamıştı gönlünde yatan tüm bu zevkli uğraşlara kendini vermeye. Beş altı senedir başıboştu nihayet. Hanım da göçmüştü öteki tarafa, dırdır edecek kimse de kalmamıştı artık başında.

Üç beş kibrit çöpünü yapıştırıp başlıyordu her defasında; ama biraz büyüyünce tasarladığı yapı, yeni bir şey geliyordu aklına. Bu sefer sökmek gerekiyordu tabii yapıştırdıklarını, atamazdı elbette onca senede topladığı onca özel malzemeyi. Sigarasından büyük bir keyifle ciğer dolusu nefes çekti bir kez daha. Hemen akabinde, yan taraftan gelen, kapı kilidinin açılma sesi şaşırtmadı yaşlı berduşu.

-Bugün kızın günü. Kim bilir neler hazırladı yine? diye düşünürken, bir taraftan da havayı koklayarak yemeği tahmin etmeye çalıştı kendi kendine.

-Amcacığım sana yardım etmek istiyoruz. Ne olur bize zorluk çıkarma, dedi içeri birden dalan genç ve temiz yüzlü delikanlı. Kapıda izbandut gibi bir adam dikiliyordu tam arkada.

-Beni götüremezsiniz, nasıl girdiniz buraya? Diye kekeledi yaşlı adam telaşla ve korkuyla.

Genç ve temiz yüzlü delikanlı duymadan adamın serzenişini, belli ki alışıktı bu tip vakalara, koltuk altından destekleyip ayağa kaldırmıştı bile onu. İzbandut da girdi öteki koluna ve yarı sürükleyerek yarı itip çekerek adamı, hızla çıkarttılar daire kapısından dışarı.

-Canannnn! Kızımmmmm! Beni bunlara bırakmaaaaaa!...

Son feryadı yankılandı defalarca kapıyı yavaşça kapatan kızın kafasında. Odasına girdi onun. Yığıldı onu zorla kopardıkları sandalyeye. Dirsekleri yağlı masanın üzerinde yine, başı öne eğik, kayboldu babasının kutsal hazineleri içinde.