Çelik rengi soğuk bakışlarla girdi Değişim Hücresi'ne. Ardından otomatik olarak kilitlendi yalnız O'nun genetik dizilimine endeksli şeffaf kapı. Hücre yaklaşık kırk elli metrelik bir koridor ve bunun iki tarafına muntazam bir biçimde yerleştirilmiş eliptik kozalardan oluşuyordu. Yarı şeffaf bu kozaların içinde hayal meyal çıplak insan vücutları seçiliyordu. Kozaların tiftiksi ipleri içeride birleşerek, kalın sarmal bir kablo şeklinde, kendi üzerlerine kıvrılmış gövdelerin göbek deliğinde son buluyordu.

Burası son noktaydı. 'Değişim Hücreleri' icat edildiğinden beri, Işık Çağı'na girmişti insanlık. Genetik müdahaleler ile estetik sorunlar çok rahat biçimde hallediliyordu bir kere. Hem de ilkel dönemlerde olduğu gibi, öyle birbirinin aynısı prototipler yaratılmadan. İnsanoğlunun on binlerce yıllık kültürel ve estetik birikimleri, dünya üzerinde var olan ortak parametreler ışığında incelenmiş, bilimsel süzgeçlerden geçirilmiş ve 'altın oranlar' üzerinde statik genellemeler yapılmıştı. Güzellik ve estetik üzerine milyonlarca varyasyon matematiksel düzleme geçmişti yani.
Şöyle ki:

-Buruna göre ağız…
-Saça göre ten rengi…
-Alın genişliğine göre kaş kalınlığı…
-Beline göre kalça…

-Kalçaya göre bacak…
-Omuzlara göre göğüs vs… vs…

Hastalık ve hücre yaşlanması gibi sorunlar da tedavülden kalkmak üzereydi ve hatta dört yüzlü beş yüzlü yaşlara ulaşanlar, kendi iradeleri ile 'öz imha' protokolünü imzalayıp, uzay boşluğuna bırakılmayı tercih ediyordu çoğunlukla.

Gel gelelim, her şey halledilebilirdi de, insan ruhunun sorunlarının giderilmesi o kadar kolay değildi. Bir sorun çözülürken başka bir sorun çıkıyordu gün yüzüne. Bir adam aşırı gülüyordu mesela, küçük bir müdahale ve genetik programlama değişim hücresinde; bir çıkıyordu, sanki üstünden tren geçmiş: dut yemiş bülbül gibi bir şaşkınlık hali. Bir çocuk içine kapanık farz edelim, hemen alınıyordu değişim programına, ama kaldırmıyor bünyesi o istenen hareketli ve sosyal ruh durumunu, iki gün sonra iflas ediyordu bir yaşamsal sistemi.

Kıskançlık, sadizm, güvensizlik, asosyallik eğilimi, toplum kurallarına uyumsuzluk, saldırganlık, bencillik ve birçok benzeri problemden halen arınamamıştı yani yeryüzü. Dış kabuğu değişmişti ancak içten içe kaynamaya devam ediyordu. Son dönem 'Tüm Dünya Komitesi' yeni bir projeye imza atmıştı. Oldukça büyük bir fon bu araştırma için ayrılmıştı. Doktor Persephone ise proje yöneticisi idi. Kendisi en az yüzyıllık bir bilim kadını olmanın yanında, gönüllü denek olarak, değişim hücrelerinde çok müdahale görmüştü. Bir 'Değişim Mucizesi' olarak addediliyordu. Komite'nin fikirlerine çok önem verdiği, dünyaya ışık saçan sayılı bir kaç beyinden biriydi.

Çelik rengi soğuk bakışlarla girdi Değişim Hücresi'ne. Ardından otomatik olarak kilitlendi yalnız O'nun genetik dizilimine endeksli şeffaf kapı. Koridorun sağı ve soluna sıralanmış ellişer adet, yani toplamda yüz koza vardı hücrede. Bu insanlar teker teker ayıklanmıştı yeryüzünden, uzun araştırmalar ve tespitler sonucu. Yaşadıkları dönemin yüksek uyumsuzları idi buraya getirilenler.

Sistemin mükemmel işleyişi sayesinde, her ne kadar diğer insanlara zarar verici veya düzeni bozucu davranışları engellense de bunların içindeki 'psikopati' nüveleri tam olarak temizlenemiyordu. Bir küçük uyaran yetiyordu yüreklerindeki kötülük tohumunu yeşertmeye. Yüzme havuzunda çocukların soyunma odalarını gözetlemeye yeltenen mi ararsın, arka bahçesinde uyuşturucu yetiştirmeye çalışan mı? Komşusunun köpeğini ısıran… Caddenin ortasında bileklerini kesen… Çeşidi bir güzeller bir aradaydı yani…

Proje bu uç vakaların ıslahını amaçlıyordu. Bunlar bir 'ideal' kıvama gelseler her yer güllük gülistanlık olacak ve insanlığın önünde bir kez daha tertemiz bir sayfa açılacaktı. 'Mutlak Erdem Çağı'… Adı bile hazırdı yani gelecek kusursuz dönemin.

Çelik rengi soğuk bakışlarla girdi Değişim Hücresi'ne. Ardından otomatik olarak kilitlendi yalnız O'nun genetik dizilimine endeksli şeffaf kapı. Kimseler yakalayamamıştı ama şeytani bir parıltı vardı o soğuk bakışlarda: tüm teknik testleri yanıltmış, tüm insanlığa masum bir maske ardından sinsice sırıtan ve zihninin içinde bütün ahlaki ve yasal bariyerleri aşmış bir beyinden dışarı içgüdüsel olarak fışkıran şeytani bir parıltı…

Kozaların önündeki kontrol panellerine hızla işliyordu kurguladığı programları yetenekli elleri. Açığa çıkardı ve azat etti tek tek kana susamış bu ucube ruhlu canavarları. Yalnız, gerçekleştirebilsinler diye tüm düşlerini ki bunlar diğerlerinin kabusu olacaktı; bir takım hayvani özellikler eklemeyi de ihmal etmemişti genetik programlarına. Köpek dişlerini büyütüp sivriltti kiminin avını rahatça yakalasın diye; kimisinin tırnaklarını güçlendirip uzattı istediği gibi tırmansın, kızdıranı pençelesin; bazısına uzun bacaklar verdi hızlı koşsun ve kaçsın, bazısına sık ve sert kıllar cinselliğini vurgulasın…

Yüzüncü kozanın programını girip işini bitirirken, doksan dokuz yaratığın karanlık ve nemli nefesini hissetti ensesinde. Nihayet çıkış kapısının önündeydi işte. Yalnız O'nun genetik dizilimine endeksli şeffaf kapının kilidi otomatik olarak açıldı. 'Fareli Köyün Kavalcısı' geldi aklına, büyük büyük ninelerinden dinlediği o eski hikaye; bütün yaşamının gözlerinin önünden geçtiği o son bir iki saniye içinde.

Yeni bir çağ başlıyordu…