Gece yolculuklarını oldum olası hiç sevmem. En yakınım yanımda olsa dahi çok derin bir yalnızlık hissi çöreklenir içime, nefes alamadığımı hissederim. Gece karanlığı getirir beraberinde, yolculuk ise belirsizliktir. Ne çıktığın yere aitsindir artık, ne de varacağın noktaya. Ölümdür bir anlamda. Kimileri ölümsüzlük olarak algılar bunu, özgür ve gezgin ruhlar yani… Ben onlardan değilim zannederim, hiç bir zaman olamadım, öyle bir görüntü vermesem de…

Malum virüs ile geçirdiğimiz şu son bir buçuk ay, elli küsur senelik yaşamımın en uzun 'gece yolculuğu' oldu ve daha da uzayacak bu gidişle… Vakalar artıyor, önlemler gecikiyor, geciktiriliyor. Hekimliğin kenarında köşesinde kalmış biri olarak, uzaktan sıkıntıyla izliyorum meslektaşlarımın diğer sağlık elemanlarıyla el ele verdiği amansız savaşı… İyimser senaryolar yazmak istiyorum birçoğu gibi:

İnsanlar bu kocaman dünyada en önemli şeyin 'sağlık' olduğunu fark ediyorlar,
Beden sağlığının korunmasının sadece ve sadece bilimsel yöntemlerle mümkün olduğu ispatlanıyor
Egemen güçlerce yıllardır bize dikte edilen yaşam tarzımızın, dört duvar arasında sıkışınca hiçbir işe yaramadığı görülüyor,
Zengin olsun fakir olsun hastalık insan ayırt etmiyor demek ki;
Para ve kapitalizm ölüm arifesinde,
Ülkeler arası düşmanlıklar bitecek ve hatta belki bütün sınırlar kalkacak,
Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik türküleri zamanıdır şimdi,



Ben de bunların özlemi ve hayali ile yaşıyorum ama bu tabloyu izleyen kısa vadede (belki beş on yıl gibi) öyle iç açıcı, çiçekli böcekli bir gelecek göremiyorum maalesef.

Grafiksel veya sayısal verilere bakıldığında (ki devletimiz ve devletlilerimiz aşırı şeffaf bir yapıda olduğundan bu rakamlara da tam olarak güvenemiyoruz…), şu anda Türkiye'nin vaka sayısına göre ölüm oranı; İtalya, İspanya veya Fransa gibi kalantor Avrupa Devletleri'nden daha düşük. Ama ortalama nüfus sayılarımız birbirine çok yakın. Bunun nedenlerini kabaca birkaç başlıkta toplamak mümkün:

-Bahsi geçen Avrupa ülkelerinde nüfus yaşı ortalaması 44-46 diyebiliriz. Bizde 32. Yani bizde genç nüfus yoğunluğunun fazlalığı (acaba bu yüzden mi en az üç çocuk yapmalıydık…).
-Ülkemin bahtsız sağlık elemanlarının; yıllardan beri siyasi iktidarların ayak oyunları ile hem ekonomik hem psikolojik açıdan mağdur edilmelerine rağmen; belki hala cumhuriyet döneminin ışığı ile beyinlerinde, üzerlerine düşeni fazlasıyla yapmaya çalışmaları.
-Sebeplerden biri, neyse ki bu virüsün Türkiye'yi, karşılaştırdığımız emsallerinden iki hafta kadar geç vurması, bu da 'bize bir şey olmaz' nidalarından biraz silkinmek için ülkeye süre tanıdı.
-Türkiye'de, güncel veya yeni keşfedilen tedavilerin uygulanmasında, Avrupa ülkelerine kıyasla biraz daha cesur ve cüretkar bir tavır sergilenmesi.
-Bir de TTB'nin açıkladığı gibi, DSÖ'nün tanımladığı bir grup corona ölüm kodunun sistemlere hiç girilmemesi. Yani İtalya, Fransa, İspanya, Almanya, Brezilya vb. ülkeler saf ya bu arkadaşlar; kendi ölüm sayılarını birebir Dünya Sağlık Örgütü ile yani tüm dünya insanları ile paylaşıyorlar, ama biz Cengaver Osmanlı Torunları, yine bir katakulliden kusur kalmayacağız.

Neticede diğer ülkelerdeki vaka ve ölüm grafiklerine göz attığımızda, yakın komşumuz İran ile benzer eğrileri paylaşmamız dikkat çekiyor. Nüfusumuz hemen hemen aynı, nüfus yaşı ortalamamız keza öyle… Onlar sürecin yine iki hafta kadar önündeler. Pozitif vakalar azalmış görünüyor ama ben test yapmaktan bıkmış olabileceklerini düşünüyorum. Günlük yüz ile yüz elli arasında ölü veriyorlar ve bir aydır bu böyle devam ediyor.

Görünen o ki, en az bir buçuk iki ay boyunca bu 'gece yolculuğu' devam edecek. Bu yolculukta 'insan'ı salgından korumaya çalışırken, onun yaşamsal ihtiyaçlarının temini sağlanmalı ve bir taraftan da çevresindeki simbiyotik yaşamın yok olması engellenmelidir.

Düşünme ve üretme zamanı hepimiz için:

Şu anda, tüm dünyada plastik eldiven üretimi ve tüketimi kaç kat arttı?

Plastik çöp adamızın büyüme hızı artacak mı?

Hijyen, malzeme olarak en başta suyu gerektirir. Bu yaz su kaynaklarımız yeterli olacak mı?

Etrafa saçtığımız o tonlarla anti mikrobik kimyasal çevremizin ve vücudumuzun florasını nasıl etkileyecek, etkilenmemek için biraz 'HOP' demeli miyiz?

Salgın geçse de, birçoğumuzda (özellikle biz kadınlar olmak üzere) bu 'aşırı titizlik' durumu hastalık halinde (OKB) devam edecek, bu yaraları sarmak için ne yapabiliriz?

'İNSAN' olmanın ne demek olduğunu yeniden ve yeniden düşünmek ve yeni bir 'insan' yaratmak için en uzunundan bir 'gece yolculuğu' var önümüzde.

Yaşıyoruz nihayetinde ve bu yaşamı en iyi şekilde değerlendirelim.

Düşünelim.

Üretelim.