Sitemiz yazarlarının 'whatsapp' grubunda, bu hafta 'Atatürk'e dair birer yazı' hazırlama fikri gündeme gelince, son demlerini yakalayabildiğim 'İstanbul Bienali-7. Kıta' izlenimlerimi erteleyip, Atatürk'ün sanata verdiği önemden bahsetmek istiyorum bir miktar…

1923'te Halide Edip (Adıvar) Hanım'ın 'Ateşten Gömlek'; bir yıl sonra da Reşat Nuri (Güntekin) Bey'in 'Bir Gece Rüyası' adlı oyunundan uyarlanan 'Ankara Postası' adlı eserlerinin; sonrasında 'Düşman Denize Dökülüyor' adlı belgeselin; 1931'de ilk sesli Türk filmi olarak 'İstanbul Sokaklarında'nın sinema filmi olarak çekilmesi,

1924 yılında; İstanbul'daki Muzıka-yı Humayun''un adı Riyaseti-Cumhur Orkestrası olarak değiştirilmesi ve Ankara'ya nakledilmesi,

1914'te açılan Darü'l-Bedayi'nin, 1926'dan itibaren yeni ve sistemli bir çalışma programı benimsemesi ve 1930 Nisanı'nda Yeni Türk Ocağı Tiyatrosu'nun açılması,

Aynı yıl Batı Müziği müfredatlı olarak müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla Musikî Muallim Mektebi'nin açılması,

1926'da İstanbul Darü'l-Elhan Şark Musikisi Şubesi'nin kapatılması, kapatılan bu okulun adının önce İstanbul Konservatuarı; daha sonra da İstanbul Belediye Konservatuarı olması,

Konya'da yine 1926'da, Eski Eserler Müzeleri'nin açılarak Selçuklular'a ve diğer dönemlere ait sanat eserlerinin derlenmesi,

1927 yılında, Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi'nin Atatürk'ün talimatıyla Resim ve Heykel Müzesi haline getirilmesi, Osmanlı Devleti zamanında kurulmuş olan Sanayi-i Nefise Mektebi'nin, 1928'de Güzel Sanatlar Akademisi adıyla yeniden açılması,

Resimle ilgili olarak Gazi Eğitim Enstitüsü'nde Resim- İş ve Müzik bölümlerinin açılması, 1932'den başlayarak Halkevleri aracılığıyla güzel sanatlar alanındaki çalışmaların Anadolu'ya yayılması,

1933 yıllında gerçekleştirilen İnkılap Sergisi,

1934'te Başbakan İsmet İnönü tarafından bir 'Sergievi Binası'nın açılması,

Cemal Reşit Rey (Türkiye Cumhuriyeti'nde klasik batı müziğinin kurucuları arasında yer almıştır. Onuncu Yıl Marşı'nın da bestecisidir), Cemal Erkin, Ahmet Adnan Saygun gibi müzisyenlerin; İbrahim Çallı, Namık İsmail gibi ressamların yurt dışına gönderilmesi,

Müzik öğretmeni yetiştirilmesi amacıyla Musiki Muallim Mektebi'nin açılması ve ilk konservatuvarın 1 Kasım 1936'da eğitime başlaması, buradan mezun olanların Türk Devlet Tiyatrosu, Devlet Operası ve Balesi'ni kurmaları,

Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi'nin, Türkiye'nin ilk 'Resim Galerisi' olarak 20 Eylül 1937'de halka açılması,

Millî Musiki ve Temsil Akademisi, 1940'tan itibaren 'Devlet Konservatuarı' adıyla eğitim hayatına devam etmesi,

İlk Türk operasının hazırlanması için ünlü müzisyen Adnan Saygun'un görevlendirilmesi….

vs. vs. şeklinde sıralamaya çalışınca; öyle zorlu bir savaş sonrası ve öyle zorlu ekonomik ve kültürel koşullarda, bu kadar işin nasıl planlandığını ve gerçekleşebildiğini tahayyül etmekte zorlandım.

Tüm bu yapılanları takdir etmemek gerçekten mümkün değil. Ancak bir taraftan da onca çabadan günümüze kalan veya kalamayan zerrelere de üzülmemek elde değil.

Müzik konusuna göz atarsak, Atatürk'e göre Türk milleti için gerekli olan musiki tarzının, özünü halk müziğinden alan çok sesli bir müzik olduğunu açıkça söyleyebiliriz. Bunu arabesk müzikle mi gerçekleştirdik acaba, pop müzikle mi?

Sinemaya gelirsek, Atatürk, o devirde bile sinemanın geleceği ve işlevi hakkında sağlam öngörülerde bulunmuş: 'Sinema, gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır. Şimdi bize basit bir eğlence gibi gelen radyo ve sinema, bir çeyrek yüz yıla kalmadan yeryüzünün çehresini değiştirecektir.' demiş. Dünya sinemasındaki durumumuz?

Şiir ve edebiyat? Atatürk, büyük bir 'hatip' olduğu kadar Türkçe'yi çok iyi kullanan bir 'nasir' olarak da kabul edilmiş. Neyse ki şu anda büyük bir 'hatip'imiz var; ama 'nasir'imiz olmasın diye elimizden geleni yapıyoruz, bize fazla olur o kadarı; 'nasir' olanları ve hatta olacakları ya sürgün ediyoruz ya da hapse tıkıyoruz.

Gelelim şu resim heykel falan filan olaylarına, şükür ki islami özümüze geri döndük, ortalıkta gördüğümüz ahlaka aykırı, gaflet ve delalete düşmemize neden olabilecek eserleri parçalıyoruz.

Tiyatro mu? Şehir ve devlet tiyatrolarımız sağ olsunlar, o konuda da problemimiz yok, her şey kontrol altında yani… Altta kalanın canı çıksın!

(Yukarıdaki intizar tüm amatör sanatçılar için geçerlidir, tiyatroculara özel değildir.)

Eh bundan iyisi can sağlığı…

Ne diyelim?

Taşıma suyla değirmen dönmüyor yani, dönmemiş de gördüğümüz üzere…

Ben bu yazıyı O'nun sevdiği bir Rumeli türküsüyle bitiririm dostlar:

Çalın davulları

Çaydan aşağıya
Mezarımı kazın bre dostlar

Belden aşağıya

Suyumu da dökün

Boydan aşağıya
Aman ölüm zalim ölüm
Üç gün ara ver

Al başımdan bu sevdayı
Götür yare ver…