Gül yaprağına benzer volanlı eteği havalandı küçük kızın, kontrolsüz yan yattı ince bacakları ve tepe taklak toprakta buldu kendini. Beyaz, benekli bir ilkbahar kelebeğinin peşinden dalmıştı yazlıklarının bakımlı bahçesine.

Yeni satın almışlardı burayı, sırf kızları için. Yalnız bir çocuktu ve yalnız kalmaya pek bir adaydı ileride, genetik mirası ve anne babasının onu içinde büyüttükleri steril cam fanus dolayısıyla. İki geç evlenmiş doktorun bir hayli meşakkatli tedaviler sonunda nihayet kucaklarına verilmiş bir yeryüzü hediyesi. Adamın üniversitedeki akademik kariyeri bir kenarda kalmıştı; kadının o bölgedeki 'en popüler kadın doğumcu' olmasından ötürü bankalara ve gayrı menkule aktardığı ve üzerine bin bir çeşit hesaplar yaptığı yatırımlar da eski anlamını yitirmişti Gül'ün doğumu ile. Biri kırk beşindeydi, bir elli beşi geçkindi, nerdeyse torun tosun sahibi olacak yaşlarda. Güneş gibi doğdu kısacası bu sevimli ve akıllı çocuk her dakikası hesaplı ve planlı geçmiş kasvetli yaşamlarının üzerine.

Evlenmeleri de bir mucize sayılabilirdi aslında kendi dünyalarında yitmiş ve ne yazık ki sosyalleşmeye belki vakit bulamamış, belki cesaret edememiş bu iki yalnız insanın. Bir koca buket sarı gülle başlamıştı hikayeleri. Bir gece nöbetinde odasında hasta giriş dosyalarını hazırlarken, çiçekçi çocuk aniden dalıp içeriye, tutuşturuvermişti dolgun buketi kadın doğumcunun eline. Müstakbel eşinin adı yazılıydı kartın üzerinde. Neye uğradığını bilememişti önce, zaten çok yoğun bir nöbet geçirmekteydi, ters doğumlar, yeni doğanlar, ölü doğanlar, kanamalılar, tecavüze uğrayanlar… Bir kenara bıraktı önce, anca sabaha doğru tekrar bakabildi demete tutturulmuş karta. Tanıyordu adamı, iki üç aydır sık sık rastlaşıyorlardı, hastane koridorlarında bazen, bazen servislerde. Trakya Üniversitesi'nden gelmişti yeni, patolojide profesör olduğunu duymuştu. Pek nadiren katıldığı arkadaş toplantılarının birinde kulak misafiri olmuştu bir kez gül almanın çeşitli anlamları olduğuna gülün renklerine göre, ama açıkçası ne bir gül uzatmışlığı vardı birisine ne de böyle bir çiçek jesti ile karşılaşmışlığı… Sarı gülün manasını araştırdı hemen; dostluk, arkadaşlık, iyi niyet, güneş, önemseme vs… Pek bir anlam veremedi, ama bir yeşil ışık da yandı yüreğinde ve beyninde gizliden gizliye…

Arayıp teşekkür etmeye utandı… Sonraki günlerde hastaneyi hassas bir radar misali taradı gözleri onunla karşılaşma umudu içinde. En nihayetinde yemekhanede kesişti yolları ve ne tesadüf ki aynı masada yediler o öğlen yemeklerini ortak iş arkadaşları eşliğinde. Utangaç ve sessiz doğaları hemen örtüştü birbirleriyle. Kadın böyle konularda beceriksiz ama bu sefer emin gidişattan – gül gönderdi ya adam – bayağı bir samimi atılımlarda bulundu kendince.

Her öğle yemeği beraber takılmaca ilk zamanlarda, sonrasında akşam yemekleri derken, küçük buseler ve dokunuşlar, ten uyumu da yakalandı. İki ay sonrasında nikah masasında buldular kendilerini üç beş göstermelik arkadaş ve bir iki akraba eşliğinde… Sarı güllerden yapma bir buket vardı elinde kadının nikah günü, beyaz dantelli tayyörünün önünde elinden alıp gideceklermiş gibi sevinçle tuttuğu. Evlerine gelir gelmez hazırladığı vazoya yerleştirdi onu ve baş köşeye yerleştirdi, en görünebilir yere.

Ertesi gün kahvaltı sofrasının ortasına yerleştirildi vazo ve buket… Ama boşuna gibiydi bunca çaba… Dayanamadı en sonunda.

-Aşkım, dedi, hatırlıyor musun bunları, yapma buketin içinde aralardan sarkan sarı ve sararmış üç beş gülü göstererek.

-Bilemedim, dedi adam, biraz şaşkın, gülümseyerek biraz.

-Bana gönderdiklerin onlar, hani gece nöbetinde…

-??.........

-……………

O gün açığa çıktı güllerin hemşireler günü nedeniyle, servisin hemşire odasına yollandığı ve bir yanlışlık sonucu nöbet tutan müstakbel karısına iletildiği. Tabii bu durum bir şey eksiltmedi ilişkilerinden, 'sarı güller' ise esprisi ve sembolü oldu ömür boyu sürecek sevgilerinin. İşte bu yüzdendi, bir hayli meşakkatli tedaviler sonunda nihayet kucaklarına verilmiş o yeryüzü hediyesine 'Gül' ismini vermeleri… Bu yüzden o yazlığın bahçe peyzajında en az on beş yirmi adet sarı gül fidanı kullanılması. Ve bu yüzden…

Gül yaprağına benzer volanlı eteği havalandı küçük kızın, kontrolsüz yan yattı ince bacakları ve tepe taklak toprakta buldu kendini. Beyaz, benekli bir ilkbahar kelebeğinin peşinden dalmıştı yazlıklarının bakımlı bahçesine.

Acı içinde bağırışıyla kızlarının telaşla fırladılar verandadan. Anne kucakladı ve kaldırdı çocuğu. Yüzü gözü çizik içindeydi ve bir sürü noktadan kanıyordu. Ellerini sürekli yüzüne götürdüğünden zar zor seçebildiler çocuğun sağ göz kapağından yanağına doğru uzanan derin kesiyi. Baba alelacele arabayı çalıştırdı ve en kısa zamanda hastaneye yetiştirdiler yavrularını…

Her ne kadar çabalasa da meslektaşları, maalesef ki sağ gözü kurtarılamadı çocuğun. Karı koca ölene dek atlatamadılar bu olayın acısını. O yazlık satıldı ilkin, oralara tatile bile gidilmedi sonrasında. Evdeki hatıra gelin buketi yok edildi akabinde. Birinci evlilik yıldönümünde beraber alıp yatak odalarına astıkları yağlı boya güllü tablo hediye edildi bir hastane personeline. Çocuk daha bir pamuklara sarıldı sarmalandı, daha bir özenle korunmaya çalışıldı, ta ki kendisi büyüyüp onlara:

-Durun! Yeter artık! Diye isyan edene dek…

Anne ve babası gibi doktor oldu o da, psikiyatriyi seçti uzmanlık dalı olarak ve çıkarmaya çalıştı iyice yaşlanmış ebeveynlerinin kedere gömülü yüreklerinden, sarı gülün haşin dikenini.