Her yer aydınlıktı. Solundaki bilinmez kapıdan içeri daldı. Kapı daha kapanmadan arkası karanlığa gömüldü. Sanki tüm ışığı kendisiyle beraber içeri taşımıştı. Önünde görünmez incecik bir duvar vardı. Onları göremiyordu, ama soluklarını tüllü elbisesinin üzerinde hissediyordu.

Üst gövdesiyle beraber başı öne doğru hafiften eğildi bir iki saniyeliğine. Ardından nazikçe gerildi tekrar ipleri ve 'Tuna Dalgaları' eşliğinde dans etmeye başladı. Yumuşak beyaz bir tüy misali salındı sahnenin üzerinde… Bir sağa, bir sola, ortaya, kenara, döne döne…

Döne döne…

Hiç direnmeden iplerine ve iplerini oynatan zarif ve kıvrak ellere…

Bu masalın prensesi olmaktan ziyadesiyle mesut; tam da dansını bitirmek üzereyken, sol kolu ayrılıverdi dirseğinden. Bir parçası sarkaç gibi savrulurken içeride, müzik de kesiliverdi aniden… Dengesini yitirmişti iyiden iyiye, ince narin bacakları titredi. Ruhunu teslim etmek istercesine kafası arkaya doğru eğildi, bedeni yerden kesildi. Yalvaran gözlerini dikti yukarıdaki zarif ve kıvrak ellere.

Aynen beklenilebileceği gibi işte o anda, tuzlu ve berrak bir damla düştü çizili kaşlarının orta yerine; sızlayan burnu ikiye böldü o damlayı ve göz pınarlarına gönderdi yarım yarım. Yanaklarından aşağı süzüldüler yavaşça, buluştular çenesinin altında sessizce gömülmek üzere sahnenin tozlu zeminine. Aynı anda, ayakları yere değdi yeniden bu talihsiz ve bedbaht kütlenin.

Üst gövdesiyle beraber başı öne doğru hafiften eğildi bir iki saniyeliğine.

Yaralı bir atı vururcasına gaddarlaştı nazik ellerin sahibi ve sağdaki bilinmez kapıdan dışarı çıkarıldı ne olduğunu anlayamadan.

Dışarısı karanlıktı bu sefer, çok karanlık…

Işığını içerde bırakmıştı.