Yapıştı çocuk annesinin onu çekiştiren güçlü eline. Kadın hızlı hızlı yürüyordu. Hem ısınmanın yoluydu bu hem de işyerine giden servise yetişmenin. Ama normalde de koştururdu hep erkek gibi ve çocuk alışkındı onun arkasından böyle sürüklenmeye. Hava yeni yeni ağarmaktaydı. Surların civarı pek bir ıssız olurdu, çocuk nefes nefese hızlandı bir gayret ve iyice yanaştı kadının vişne rengi ekose kaşeden mantosuna.

Yedikule Kapısı diğerlerine kıyasla daha az 'tekinsiz' sayılabilirdi ancak Topkapı'dan Silivrikapı'ya uzanan tüm o hatta, hep bir mezbelelik görüntü olurdu.
Kimi zaman çingeneler kamp kurarlardı bu bölgelere;

kimi zaman birkaç koyun sürüsü fukara çocuklarca güdülür;

eski bir mezarlık bir kenarda;

Yedikule Zindanları'nın beyninize kazınan işkence sahneleri imgeleminizde

uzaklarda bir sarhoş sızıp kalmış, ölü müdür, diri midir, hırlı mıdır, hırsız mıdır…

Hep bir ürperir içiniz,

yakınınızda birileri veya bir taşıt var mı diye tedirgin, dönüp dönüp bakarsınız.

Anne çok güçlüdür yalnız; çocuk senede birkaç gün götürülür işyerine, sömestr tatillerinde bazen, kar çok yağıp okullar tatil olmuşsa, anneanne hastalanmışsa vb. Kadın yıllarca tek başına geçer o yollardan, sabahları gün ağarmadan çıkar, karda kışta, soğukta, bir başına; geceleri genelde mesaiye kalır, karanlıkta yürür hep hızlı hızlı… Bir evi olsun ister en çok o şarkıdaki gibi, ama 'koca'dan almıştır ağzının payını; içkilisi, içkisizi yanaştırmaz erkek sineği bile yanına... İçinden belki bekler bir gün eşinin ona dönmesini, ama kimseye itiraf etmez, kendisine bile…

Çocuk nefes nefese hızlandı bir gayret ve iyice yanaştı kadının vişne rengi ekose kaşeden mantosuna. Bir iki dakika beklediler asfalt yolun kenarında. Servis otobüsü gıcırdayarak önlerinde iri cüssesiyle açtı kucağını yeni misafirlerine. İçerisi şenlik kokuyordu her zamanki gibi. Kadının ruh hali değişiverdi yerine oturunca, zaten her zaman pek bir neşelenirdi iş arkadaşlarının yanında. Çocuğa dair birkaç laf atıldı bu arada.

Kaça gidiyor senin kız?

Uzamış bayağı bu görmeyeli…

Sana benzemiyor pek, esmer bu…

Arkadan gülüşmeler…

Şoför arkada kanı kaynayan genç kız grubunu çaktırmadan dikizlemekte, dünden hazır, sonuna kadar açtı teybi:

Baharı bekleyen kumrular gibi…

Sen de beni bekle sakın unutma…

Ellerim havadaaaaa…

Akabinde hazır gençler:

Mehmet Abiiii! (şoföre doğru)

(Anlamlı kaş göz işaretleri, kıkırdamalar yine)

İsteriz!

İsteriz!

İsteriz!

Dikkat çekmenin verdiği hazzı uzatmak amaçlı biraz nazlandıktan sonra, değiştirdi şoför en sonunda çalan arabesk müziği, oyun havası kıvamında bir 'aranjman kaset' ile. Kızlar kalktılar yerlerinden, neşeleri tavan yaptı ve aralara yayıldılar bir iki dakika içinde. Erkeklerin bir kısmı alenî bir kısmı gizliden gizliye süzerken göbek atıp gerdan kıranları, kadın kendi yaşıtı birkaç evli ve çocuklu arkadaşıyla alkış tutuyordu.

Servis otobüsü son bir gıcırdamayla fren yaptı fabrikanın kapısında ve kadınla çocuğu bıraktı diğerleriyle beraber Müsü Garabed'in Çamaşır Atölyesi'ne. Çocuk neşeyle gülümsedi, bu yolculuktan pek hoşlanmazdı ama annesinin işyerinde geçirdiği zamanı çok severdi. Bir karınca yuvası gibi hareket halindeydi içerisi. Kocaman hangarımsı bir alanın ortasında dikiş makineleri sıralanmıştı. Makineler arasında kocaman tekerlekli sepetler habire yer değiştirirdi. Onların önünde penye kesim tezgahı yer alıyordu. Bir yanda ütücüler, bir yanda katlamacılar, iğneciler, nakışçılar, bir yanda kesimciler, en son çıkışta paketleme yapanlar. Kadın genelde makine başındaydı, ama eksiğe göre yerini değiştirirlerdi: joker elemanlardandı o, hızlıydı ve becerikliydi.

İğneci, katlamacı ve ütücüler yaşlılar grubuydu. Çocuk tercihen onların yanına emanet edilirdi. Madam Mari:

-Hoş geldin, diyerek gülümsedi tezgahın başından, Mahmure Teyze'nin yanına geç hadi.

Utanarak ilişti gösterilen yere.

-Nasıl gidiyor bakalım, anneannen nasıl? Sevecen bir tavırla sordu Mahmure Hanım.

-İyi… (önüne bakarak) (bir an evvel işe katılmak istiyor aslında, konuşan bir çocuk değil, içe dönük dediklerinden, dışarının güvenliğinden emin değil, belki ileride de hiç olamayacak.)

Yaşlı kadın anlayışlı, sordu fazla vakit geçirmeden:

-Hatırlıyor musun bunları nasıl iğneliyorduk, göstermiştim geçen sefer.

-Hı hı… (sevinçli ve rahatlamış şimdi)

Küçük ellerinin yanına yığdı işçi teyzesi hemen bir grup penye parçayı. Kesimden sonra iç çamaşırı parçaları iğnelenir birbirine ve dikişe giderdi tezgahtan toparlanıp sepetçi tarafından. Çocuk düzgün olsun diye çok gayretli, ama tabii yavaş biraz, Mahmure Teyze'nin bir gözü onda… Yavaş da olsa eritti önündeki yığını. Çok geçmeden, Anisa Teyze çağırdı yan bankodan.

-Biraz da buraya yardım et, bize haksızlık oluyor.

Küçük adımlarıyla indi taburesinden, ikiletmeden yana geçti büyüklerin işini becermenin verdiği çocuksu gururla.

-Dur bakalım, arada mola vermek lazım dedi, güzel mavi gözleriyle Anisa Teyze ve kocaman kırmızı bir elma uzattı çocuğa. Bu arada sepetleri yürüten Zarmine Abla laf attı uzaktan.-

-Karamık, burada bize bile bu kadar iyi bakılmıyor, torpillisin sen bayağı.

Oradan oraya derken nasıl öğlen olduğunu anlayamadı. Yemek zamanı gelmişti. Gülhan Teyze, işyerinin baş aşçısı, annesinin yaşıtı ve en yakın arkadaşı. Bol kepçe doldurdu ikisinin çelik tabldot tabaklarını. Yemek sonrası bir iki saat mutfakta oyaladı çocuğu. Bulaşıklar yıkanır ve mutfak temizlenirken, Gülhan Teyze hem kendi eğlendi her zamanki gibi hem de onu eğlendirdi. Yüzü sürekli gülerdi, açık seçik masallar anlatmayı pek severdi. Anlatırken de çocuğun gözlerini kocaman açıp şaşkınlıkla onu dinlemesine ayrı güler, fıkraların sonuna da bir taraftan ayrı bir kahkaha atardı.

-Bir padişahın oğlu varmış da evlenmiş bir gün ama pipisi yokmuş…

-Bir kralın kızı bir gün bahçede çıplak güneşlenirken…

Hikayeler bitince annesini buldu yeniden. Kadın çamaşır katlama bölümündeydi bu sefer.

-Hadi sen kitabını al oku biraz, dedi. Çocuğun burada olmasından rahatsızdı aslında. Atölye ortamında genç kızların ve feleğin çemberinden geçmiş kadınların cinsellik kokan söylemleri ve kıkırdamalarını kendisi gayet doğal karşılar, kimi zaman o da katılırdı muhabbete ama kızını buraya ait olarak görmezdi, görmek istemezdi. Mecbur olmasa zaten yanında getirmezdi.

Son iki üç saati kitabıyla geçirdi çocuk annesinin önerdiği gibi. Paydos öncesi mutfağa gittiler birlikte, Gülhan Teyze arta kalan yemeklerden hep ayırırdı arkadaşına.

-Sağolasın, dedi kadın yiyecekleri ve ekmeği çantasına yerleştirirken bir köşede.

-Afiyet olsun, dedi Gülhan Teyze fısıldayarak, yine gel, diye de ekledi küçük kıza bakarak.

Aynı servis otobüsü yuttu bir kez daha Müsü Garabed'in Atölyesi'nden çıkan vişne rengi ekose kaşeden mantolu kadınla küçük kızını, diğer yolcuları ile beraber, hava kararmaya yüz tutarken. Sabahın o pürneşe ruh halinden eser kalmamıştı otobüsün içinde. İş makinelerinin paydosuyla beraber, tüm yaşamlar uykuya geçmişti sanki:

Dalgın bakışlar buğulu camlardan dışarı doğru…

Sıkıntılı esnemeler, oflamalar…

Kaygılı buruşmuş alınlar, çatılmış kaşlar…

Arada üç beş fısıltı belli dertleşme içerikli, düşük perdeden…

Yarım saat hızla geçti yine, kadın sessiz ama uyanıktı, çocuk sol koluna dayanmış uyuklarken. Servis otobüsü gıcırdayarak silkeledi ikisini, yine aynı asfalt yolun kenarına. Yapıştı çocuk annesinin onu çekiştiren güçlü eline ve koştura koştura geçtiler o tekinsiz koridordan sıcak ve güvenli evlerine doğru.