Liboş kelimesini TDK, liberal ekonomiyi ve liberal siyaseti savunurken çabucak zengin olmayı amaçlayan ve bu yolda hiçbir değer yargısını kabul etmeyen, her şeyi mübah gören kimse olarak açıklamaktadır. Nişanyan Sözlük ise bu kelimeyi 'liberal anlamında aşağılayıcı söz' olarak tanımlamış. Atilla Yayla'ya göre bu kelimenin mucidi Hasan Celal Güzel. Hasan Celal Güzel Anavatan Partisi'nde liberal geçinen ama bunun içini dolduramayan insanlara takmış bu lakabı. Liboş kelimesinin basında yaygın kullanımı ise Uğur Mumcu ile başlamış. Uğur Mumcu, Çetin Altan ve Oğulları ile girdiği polemiklerde bu hitabı kullanmış. Bu kelime en çok Emin Çölaşan tarafından Mehmet Barlas'a yönelik kullanımıyla hatırlanıyor.

Liboş kelimesi özgürlüğü, serbest piyasa ve bireyciliği önceleyen liberal siyasetin önündeki sınırlılıklardan biri belki de birincisi ülkemizde. Türk toplumu ve seçmeni kendine has ideolojik bakışlarla fazlasıyla politize olmuş durumda. Bu durumun temeli derin sosyolojik analizleri ve araştırmaları gerektiriyor. Sebeplerden biri Akdeniz toplumlarından biri olmak ve Akdeniz kültürünün yoğun duyguları beraberinde getirmesi. Kuşkusuz tek sebep bu olamaz.

Türkiye siyasetinde hepimizin bildiği gibi derin fay hatları var. Bu fay hatları iki büyük kırılmayı ve dört büyük grubu oluşturuyor. Bu gruplar kimi yazarlarca mezhepsel ve/veya kavmi olarak adlandırılabiliyor. Bu sosyal grupların kendilerine ait partileri var. Ülkemizdeki bu dört ana bloğun aslında ideoloji olmamasına rağmen kendilerine ideoloji isimlendirmeleri yapmaları ayrı bir tespit. İdeolojik söylem ve tanımlamaların Türkiye'nin en büyük partilerinde kullanılması elbette siyasi hesapların sonucu. Bu noktada İyi Parti ve MHP ayrışması dört kutbun dışına çıkılması sürecinin hızlandırıcısı oldu. Kimi analizlerde bu toplumsal fay hatları üzerinden oy tercihlerinin ve gruplaşmaların artık değiştiği yönünde. Bunlar başka bir yazının konusu.

İşte bu toplum yapısı ve doğuştan gelen bir grup aidiyeti Türkiye ile ileri demokrasi yaşanan ülkeler arasındaki siyasi iklim farkını oluşturuyor. Liberalizm ve diğer birçok fikri akım Batı toplumlarında doğal ve uzun bir mayalanma süreci sonucunda oluşmuş. Bu süreç yüzyıllara dayanıyor. Sadece liberalizm için değil Batıda doğmuş herhangi bir fikri akımın Türkiye'de yaygınlaşması önünde en büyük engel bunların kafa kağıdında Türkiye yazmaması. Düşünün, yaygınlaşmamış bir kavramı partinizin ismi yaparak siyaset arenasına atılıyorsunuz. Moda olan şekilde adı hepimize olumlu çağrışımlar yapan tek kelimeden oluşan bir partiye göre mücadeleye geriden başlıyorsunuz. Belki bu çok büyük bir önem arz etmeyebilir ancak durumun gerçek olduğunu değiştirmiyor. Diğer siyasi gruplar doğrudan pratik siyasete yönelirken siz önce isminizde yer verdiğiniz yabancı kavramı topluma anlatmak sonra kavramı anlamış olan topluma bu kavramı benimsetmek zorundasınız. Örneklem üzerinden gidelim. Yani önce liberalizmi tanıtacaksınız. Herkes liberalizmi tanıyabilir ve siz yine oy almazsınız. Oy alabilmeniz için insanların tanıdığı bu kavramı benimsemesi gerekir. Sizin bir siyasi parti olarak ortaya çıkıp bu iki aşamayı başarmanız ve kayda değer bir oy toplamanız çok zor.

Liberalizm'i Erbakan renksiz ideoloji olarak tanımlardı. Genel olarak Türk siyasetinin sol ve sağ cenahlarında ideolojik rengin koyuluğunun diğer ifadesiyle dava adamlığının sık sık yüceltildiğini görürüz. Bu Türk siyasetinde kalbe ve duygulara dayalı retoriğin ağırlığını göz önüne sermektedir. Liberaller ve liberalizm, idealizm eksikliğiyle hor görülür.

İşte bu siyasi atmosfer bizi Liberal Demokrat Parti (LDP) vakasına götürüyor. Liberal kelimesinin ülkemizde ilk akla getirdiği olgulardan olan parti, bir karikatüre dönüşmüş durumda. İsimlerini bir şekilde duyurabilmek için umursamaz bir mizah yapmakla meşguller. Eski genel başkanları Cem Toker ise takipçisi olmayan Youtube kanallarına bile konuk oluyor. Aslında başarısızlığa mahkûm olduklarının kendileri de farkındalar. Uzaktan bakıldığında karikatür olmanın keyfini çıkarmaya çalışıyorlar gibi geliyor.

Liberal denebilecek bir diğer siyasi parti ise Cem Boyner'in Yeni Demokrasi Hareketi'ydi. Onlar %0.48 oy alarak LDP'nin hiç ulaşamadığı bir orana ulaşmışlardı. Bunların dışında Türkiye'nin siyasi ikliminde başkalarının liberal yakıştırması yaptığı pek çok siyasi figür oldu ve bu figürlerin liberallikleri hep tartışmalıydı. Değindiğimiz güçlükler, ülkemizde dünyadakinin aksine liberal kelimesinin siyasetçiler tarafından pek de benimsenmeyen bir kelime olmasına yol açmıştır. Geçmişin bu tecrübelerinden ders almış gibi gözüken ve geniş çevrelerce liberal olarak nitelenmesine rağmen bu kelimeyi kullanmayan Ali Babacan ve Deva Partisi kendi siyasi kimliklerini demokrat olarak tanımlamayı tercih ettiklerini söylüyorlar. Dikkat edin burada Ak Parti'nin resmi olarak kullandığı muhafazakar-demokrat ibaresinin başının kırpılmış olduğunu görüyoruz. Bir başka yeni parti olan Ahmet Davutoğlu'nun kurduğu Gelecek Partisi'nde ise değerlere saygılılık ibaresinin oldukça vurgulandığını görüyoruz. Onlarda kendilerine demokrat deseler de aslında muhafazakar-demokrat tanımlanmayla ilgili içlerine sinmeyen bir durum yok gibi gözüküyor. Sıkça sorulmuş 'Ak Parti, liberal bir parti mi?' sorusu ise belki bir başka yazının konusu olur…