Hastalandı yine.

Külçe gibi yığılıyor birden kalbimin tam üzerine. Bekliyorum biraz belki kalkar diye. Kalkmıyor… Nefesimi sıkıştırmaya başlayınca dayanamıyorum:

-Hey! Sen! Ne oluyoruz?

İri kara gözleri iyice bir kararmış, dipsiz bir kuyu misali, sanki yüzünün yarısı gözlerinden ibaret. Bakıyor içime içime ama konuşmuyor. Bazen küser böyle bilirim, siyahi ensesinden öpüyorum önce, çingene saçlarını örüklüyorum omuzlarının önüne, sonra ayaklarını öpe koklaya yıkıyorum ılık sularla, o çamurlu ve kederli ayakları… Tabanlarını görmemişim, yara bere içinde kalmış çocuğumun, hemen onarıcı merhemler sürüyorum üstlerine.

-Biraz daha iyisin değil mi? Anlatmayacak mısın bana? Sen benim en iyi dostum değil misin?

-Bilmiyorsun sanki…

-Neyi? (bilmezden geliyorum)

-Neden gönderdin beni oralara?

-Bilmeni istedim çünkü…

-Sen hayatına devam ediyorsun ama…

-Bunun için kim suçlayabilir beni? (çeviriyorum yüzümü ona bakmamak için)

İşte o an daha da bir abanıyor yüreğime, sıkıştırdıkça sıkıştırıyor. Ölecek gibi hissediyorum. Panikle yeniden kilitleniyorum dipsiz karanlığına gözlerinin.

-Ne işim var benim İtalya'da? Hastane koridorlarında neden bekletiyorsun beni? Çocuğu ve annesi arasında seçim yapmak zorunda kalanlarla delireyim diye mi? Kuş gibi nefes nefese çırpınarak kalabalıklar içinde ölenlerle öleyim mi?

-Bilmemek belki ölmekten kötüdür…

-Tabii sen her şeyi çok iyi bilirsin. Bahçesinde ebruli hanımeli açan sıcacık evinde…

Yaralamayı iyi biliyor, tanıyor çünkü beni.

-İdlib e neden gönderdin? Devam ediyor acımasızca.

-Çaresiz ailelerin çaresiz çocuklarının paramparça oluşları… Vücutlarından ayrılan uzuvlarının o çöl toprağına kum gibi dağılması… Bizzat şahit olayım mı istiyorsun? Onca kandan nasıl temizlenir benim küçük ellerim?

Dikkatimizi dağıtmak gerek. Çok akıllıyım ya, her durumda bir çıkar yolum hazırdır benim.

-Hadi bakalım, diyorum, kalk artık yüreğimden. Kalemlerimi ver hemen. Bugün çizer mi olalım yazar mı? Ne dersin? (yapmacık bir gamze yanaklarımda)

Solgun toparlak yüzünün doğal gamze yerleşkelerinde en ufak bir kıpırtıya bile sebep olmuyor söylemim. Yeniden kalbim sıkışıyor. Ama hala debeleniyorum:

-Pekala, hamurumuzu çıkar o zaman, bir heykel yapalım!

Ses yok.

-Notalar da sende, kızmaya başlıyorum yavaştan, böyle yaparsan olmaz ama…

O ise sessiz ve bir o kadar vurucu bir nöbet geçiriyor sanki, iplemiyor beni ve ipinden boşanırcasına içini boşaltmaya devam ediyor.

-Binlerce ton kar altında canlı canlı gömülmüşken son nefesini vermek nasıl bir şeydir acaba? Van ıssızlarında komşu mezarlardan yankılanan imdat çığlıkları birbirine karışırken ölmek kolay olur mu sence? Hem de canını kurtarmak için gittiğin canların çığlıkları arasında… Ben yine oradaydım tabii. Sen yumoş kedinin yumuşak tüyleriyle ve sakinleştirici hırıltısıyla haşır neşir, hayatın aslında çok basit bir şey olduğu gibi kuruntularla beynini yıkarken…

-Yeter artık, diyemiyorum.

-Duyman gerekiyordu, diye fısıldıyorum sadece ve baş edemediğim bir yorgunluk sarıyor tüm beynimi.

-En güneyin en doğusuna da beni gönderdin, harabeye dönmüş o mezar evlerin kıyısına, en medeni ülkelerin varoşlarına da… Afrika'da sütü tükenmiş bir deri bir kemik annelerin memelerine dayadın ağzımı, hadi doy diye… Küçücük çocukları taciz eden iğrenç din adamlarının önüne de attın beni… Mini eteği ile dolaştı diye bir gece vakti ıssıza çekip kadınlara tecavüz eden psikopatların ensesinden seyrettiriyorsun bana her şeyi. 15 Temmuz gecesi, gencecik gençlerin kafasını boynundan ayıran palalı yargıçları da…

Kesmem gerek, anladım.

-İlaçları sevmediğini biliyorum, ama sana da bana da iyi gelecek.

-Sevmiyorum, onaylıyor beni, dünyayı sevmiyorum, vermeyeceğim kalemlerini de, notalarını da…

Çocuk işte, uslu yine de söz dinliyor. Benim gibi. Alıyoruz ilaçlarımızı.

-İnmeyecek misin kalbimin üzerinden?

-Belki sonra, diyor biraz yumuşamışçasına.

Yeniden öpüyorum siyahi ensesini; nazar değmiştir belki diye Uygur Alfabesiyle bir muska hazırlıyorum hemen, takıyorum boynuna; zenci kıvırcık saçlarına renkli tokalar konduruyorum. Aklıma geliyor bir de, kulağına Kürtçe bir ninni mırıldanıyorum inceden… Çok sever bunu…

-Ben büyümek istemiyorum, oluyor son sözleri.

-Ben de… Sensiz ölürüm…

Daldı nihayet.

Yüreği yüreğimin üzerinde, nefesimi yitirmemeye çalışırken, kendi dilimde bir şarkı mı yükseliyor pencerelerin ötesinden…

Güzel günler göreceğiz çocuklar

Güzel günler göreceğiz çocuklar

Motorları maviliklere süreceğiz

.

.

.