Ağrı nedir? Hastalık nedir? Bilge kişi kime denir? Ağrıyla bilgemi olunur?

Sizce olunur mu?

Bence olunur... Bilge kişi; öncelikle kendini gerçekten tanıyan kişidir! O halde tanımlarla başlayalım ki bazı konuları daha anlaşılır hale getirelim.

Uluslararası Ağrı Çalışmaları Derneği ağrıyı 'gerçek veya potansiyel doku hasarıyla ilişkili veya ilişkili olana benzeyen, hoş olmayan bir duygu ve duygusal deneyim' olarak tanımlar. Hastalık ise 'organizmanın yapı ve işleyişinde ortaya çıkan bozukluk, organizmanın fizyoloji değerlerinin bozulması' durumudur. Dünya Sağlık Örgütüne göre sağlık; bireyin vücudunda sadece hastalık ve sakatlığın olmaması değil, kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olmasıdır.

Aramızda 'ben hayatım boyunca hiç ağrı çekmedim' diyecek yoktur desem de belki de vardır, bilemedim...

Şimşek düşmüş gibi ansızın gelen baş ağrısı mı desem, bıçak sokulmuşçasına inleten mide ağrısı mı, krampla beraber dizde hissedilen ağrı mı, inceden sızı şeklinde gelen kalp ağrısı mı, asla geçmeyecek sanılan diş ağrısı, kulak zonklaması, konuşmaya engel olacak boğaz ağrısı ve daha birçok günlük aktiviteyi gerçekleştirmeye engel olan türlü ağrılar, hepimizin yaşadığı cinsten. Bir de hastalıkların neden olduğu ağrılar vardır ve çoğunlukla ağrının merkezi aynı zamanda hastalığın olduğu bölgedir.

Günlük hayatımızın koşturmacası, iş yetiştirme stresi, tüm sorumlulukları eksiksiz yerine getirme telaşı içinde, hiçbirimiz ağrı çekmek istemeyiz değil mi? Genel olarak ağrıdan kaçan, hasta olmaktan çekinen bir ruh hali içindeyiz. İçinden geçmekte olduğumuz malum durumda bu duygu durumumuzu daha da şiddetlendirdi. İnsanlık olarak zaten, mükemmel olma ütopyamızın içinde ağrısız ve hastalıksız olma isteği hep vardı. Bundan dolayı ilaç sanayi ağrıyı en hızlı en etkin geçiren, hastalıkların yaratmış olduğu semptomları ortadan kaldırmaya yönelik ar-ge çalışmaları içindeler. Bir ağrı hasıla geldiğinde, hemen ağrı kesici alıp geçirme telaşındayız. Hangimiz ya da kaçımız, ağrısı olduğunda bir süreliğine durup, bu ağrının nedeni ne olabilir deyip, kendini dinliyor? Kaç kişi bunun altında yatan başka bir sebep var mı acaba diye sorguluyor? Ağrıların sıklığı ve şiddeti artınca, belki doktora gidiyor. Çünkü amaç, sadece ağrısız yaşamak.

Ben size desem ki, ağrınızı sevmelisiniz! Duyuyor gibiyim 'ne diyor şimdi bu ' dediğinizi. Evet, ağrılarınızı sevmelisiniz. Neden mi? Çünkü, aslında ağrılarınız size bir şey anlatıyor; yeter ki dinleyin, dinlemeyi öğrenin. Diyor ki size ağrınız; bak tam bu noktada bir problem var ve sen onu çözmelisin. 'Ben seni şimdiden uyarıyorum, geç kalmadan sorunun kaynağına in ve çöz!'

Bedenimiz bize her şeyi söyler, sesli değil elbette çeşitli tepkilerle yapar bunu. Soğan-sarımsak yediğinde miden yanıyorsa diyor ki yeme çünkü reflün var. Hep aynı şeyleri yiyorsan ve kilo alıyorsan diyor ki bunları yeme sana kilo aldırıyorlar. Başın ağrıyorsa stres tipli, bugünlerde kafana bir konuyu çok takıyorsun takma. Boğazın ağrıyorsa nedensiz, söylemek isteyip de söylemediğin, yutmak zorunda kaldıkların var atma içine, ha bademciğin şişti ise git ilacını al da diyor ihmal etme. Son dönemde böbreklerin ağrıyorsa, biriktirdiğin öfken var rahatla, hayat öfkeyle yaşanacak kadar yıpratıcı olmamalı.

Bu hayatı yaşamaya geldik, kazık çakmaya değil! Her gelen gitti ki, hepimiz bir gün gideceğiz. Deneyimlemeye, öğrenmeye geldik. En önemli dersimiz 'insan olmayı' öğrenmek. En önemli dersin girişi de şu; insansın bu dünyaya geldin ki gideceksin! O halde bu kadar büyütecek, kafaya takacak, öfkelenecek, kinlenecek, kızacak, bağırıp – çağıracak, önemseyecek, yıpratacak, yoracak, üzecek şeyler yapmaya gerek yok. Tüm bu duygular sana 'ağrı' olarak gelecek! O yüzden ağrını sev, ağrıyan yerin sana ne anlatıyor bak, dinle, gör ve çöz!

Tıp öğrencilerine ilk öğretilen ve tıp kitaplarının en başında yazan cümle şudur : Primum Non Nocere! Der ki; Önce Zarar Verme! Yani insanoğlu önce sen kendine zarar verme, yapabiliyorsan tabii... Yapamıyorsan da, ağrın olduğunda anla nerede ne var ve duygunu bul, iyileştir. Çözümü aradığında ve kendini iyileştirmeye başladığında Bilgelik yolunda ilerliyorsun demektir.

Peki, desem ki yine size depresyonunuzuda sevin! Bahsettiğim ağır depresyon hali değil elbette. Sürekli hayattan ve yaşamaktan şikayet ettiğiniz mutsuzluk halinizden bahsediyorum. Anksiyete de deniliyor adına. Bu durum size gelen duygusal uyarı mekanizmalarından biridir. Depresyona girme nedeni, konu her ne ise 'çözüm bulamama' halidir. Beyin ve tüm organlar çözüm üretmek için daha çok çalışmaya ve araştırmaya başlar, nasıl çözsem acaba diye. Sorular sorar ve yalnızca çözüm aradığı konuya odaklandığı için dış dünya ile arasındaki bağlar silikleşir, depresyon ortaya çıkar. Bir mutsuzluk kaynağı mevcut, bu mutsuzluğu nasıl ortadan kaldırır ve mutlu olurum sorusunun cevabını araştırır depresyon. Yani depresyonunuzuda sevin ama hep orada kalmayın. Çözümü bulun ve oradan çıkın! Bunu başarabilmek için, kendinizi dinleyin, ruhunuza kulak verin. Dinlediniz, baktınız, gördünüz, kulak verdiniz ve iyileşme için adım attınız, o andan itibaren yine bilgesiniz.

Kaçmak çözüm değil, arkaya atmaktır. Arkaya attığınız her şey daha da hızlanarak ve güçlenerek bir gün mutlaka yine önünüze gelir, unutmayın...