Hubbert Reeves Meraklısına Evren kitabında bir yıldızın doğumundan ölümüne kadar farklı aşamalarını görmek için milyarlarca yıllık gözlem yerine diğer yıldızlarda ki aşamalara bakmanın yeterli olduğunu söyler.

Ve ekler uzağa bakmak geçmişe bakmaktır. Geçmişini bilmeyen geleceği bilemez.

Bugün artık geleceği bilmenin ötesinde, geçmişten alınacak dersle geleceği tasarlamak gerekir.

Çok harika başarılarla göğsümüzü kabartan, yetiştirdiği alimlerle çağlara güneşler salan, hiçbir zaman sömürge almayan, sömürge olmayan Osmanlı'ya sevgim, aşkım şükrüm sonsuz.

Tüm bunlarla birlikte1699 yılında imzalanan Karlofça anlaşmasıyla alınan kötü sonuçlardan sebebiyle Osmanlı devlet adamlarının pek çoğu devletin iç durumunun düzeltilmesi gerektiğinde birleşmişti.

16. yy ikinci yarısında itibaren Osmanlının yaşadığı buhran devletini bazı devlet adamları ve alimler tarafından fark edilmiş ve durumun iyileştirilmesine yönelik olarak çeşitli tedbirler üzerinde durulmuştur. Halep defterdarı Gelibolulu Mustafa Ali Efendi'nin 1581'de yazdığı Nasihat'ü- Selatin adlı eserinde buhrana sebep olarak 'devlet adamlarının niteliksizleşmesini' göstermektedir.

Benzer şekilde Manisa Defter Emini Aynı Ali, Rısale-i Vazife-haran ve Meratib-i Bendegan-ı Al-i Osman eserinde 'tımar sisteminin bozulması ve makam sahiplerinin günlük çıkar peşine düşmesi, rüşvetin artması ve hazinenin boşalması gibi gelişmelerin Osmanlı Devleti'nde buhran yaşanmasına yol açtığını ifade etmiştir.

Dönemin alimlerinden Katip Çelebi ise Mizanü'l – Hak fi İhtiyari'l Ehakk adlı eserinde Osmanlı medreselerinin bozulmasını buhranın en önemli sebeplerinden biri olarak gösterir.

1774 yılına geldiğimizde Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmış ve bu anlaşma tarihe Osmanlı'nın Karlofça'dan sonra imzaladığı en ağır 2. Antlaşma olarak geçmiştir. Öyle ki Rus ticaret gemilerinin Boğazlardan geçisi serbest kalmış ayrıca Osmanlı Rusya'ya 15.000 kese (4 milyon Ruble) savaş tazminatı ödemeyi kabul etmiştir.

1854 yılına geldiğimizde Kırım Savaşı esnasında dış borçlanmanın boyutları zamanla artarak devam etmiş 1875 yılında devletin bir manada mali açıdan iflası gerçekleşmiştir.

1881 yılında Duyun-i Umumiye idaresi kuruldu.

Bu ne demek?

Osmanlı devletinin en önemli gelir kaynakları dış borçlara karşılık bir İngiliz, Bir Fransız, Bir Alman, bir İtalyan ve 1 Avusturyalı ve 2 Türk'ten oluşan 5'i yabancı 7 kişinin idaresine bırakılmıştı.

Sonra malumunuz 1. Dünya savaşından savaşa dahil oluyoruz. Şimdi 1915 yılına Çanakkale Cephesine gidelim bakalım müttefikimiz Alman General Liman Von Sandez Çanakkale'de Türk askerinin tükenmez azmini, vatan sevgisini, cesaret ve fedakarlığını nasıl anlatmaktadır;

'Çoğu yarı çıplak yarı açtılar. Hafta bir öğün kemikli bir parça et verilebiliyordu. Nebat yağında haşlanmış buğday kırığı yiyorlar, sıhhi vasıflardan mahrum su içiyorlar taş üstünde yatıyorlar, güneşe, fırtınalara, soğuğa yağmura karşı korunmasız siperlerde, çamur ve toz içinde günler geçiriyorlar. Fakat dünyanın bütün vasıta ve imkanlarına sahip düşmanlarını bulduklarında aslanlar gibi dövüşüyorlardı. Bu ne gösterişsiz, bu ne nümayişiz vatan sevgisiydi. Arkalarında fakir bir vatan toprağı duran bu insanlar savaş boyunca birer kahramandılar. Ölüme gülerek giden başka bir millet yoktur.'

İşte bu kahramanların Komutanı Çanakkale Cephesine Yarbay rütbesiyle gelen Mustafa Kemal'di. 19. Tümen Komutanı olarak bir tümeni yönetiyordu. Savaşın en kritik anında yaklaşık 130.000 kişilik kolorduya Albay rütbesine yükselerek komutanlık yapmış ve tarihe adımızı altın harflerle yazdırmış, Çanakkale'yi Geçilmez yapmıştır.

Ve maalesef müttefiklerimiz yenildiği için yenildik biz o savaşta ve 30 Ekim 1918' de Mondoros Müterakesini Osmanlı Devleti tarafından imzalamak zorunda kaldı.

Antlaşmanın7. Maddesine göre, İtilaf Devletleri kendi güvenliklerini tehlikede gördükleri herhangi bir noktayı işgal edebilecekti. Yine antlaşmanın 24. Maddesine göre İtilaf Devletleri Anadolu'nun doğusundaki altı ilde (bu madde antlaşmanın İngilizce metninde altı Ermeni ili şeklinde yer almıştır) bir karışıklık çıkarsa işgal edeceklerdi.

İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imza edilmesinden bir hafta sonra İstanbul'u işgal ettiler.

Bu işgalin ardından İngiltere Musul ve çevresini, Fransa Suriye'yi, İtalya ise Anadolu'nun güney sahillerine asker çıkardı.

İzmir başta olmak üzere Batı Anadolu, Rumeli ve Doğu Karadeniz'de Rumlar örgütlenmeye ve çeteler kurup Türklere saldırmaya başladılar.

Diğer taraftan Doğu Anadolu'da Erzurum, Van, Bitlis gibi şehirlerle Adana, Maraş, Antep ve Urfa'da Ermeniler örgütlenmeye ve çeteler kurmaya başladılar. 1915'te Türk askerinin ikmal yollarını kesen çeteler kurmak, savaşa gerisindeki bölgelerde Müslüman ahaliye saldırmak, düşmana istihbarat ve lojistik destek vermek gibi suçları işleyenler için çıkarılan Tehcir Kanunu ile başka yerlere göç ettirilen Ermeniler, geri dönüp olaylar çıkarmaya başladılar.

İtilaf Devletleri, zaman ilerledikçe işgal sahalarını genişlettiler. Bu süreçte önemli maden yataklarının olduğu bölgeler, stratejik değeri olan noktalar birer birer işgal edildi. Bu işgal sürecinde bir müddet sonra Maraş, Antep ve Urfa şehirleri İngilizler tarafından işgal edildi.

Tüm bu şartlardan sonra ne mi oldu. Esir düştük. Tarlada çalışmak zorunda kaldık yeteri kadar çalışmadığımızda çocuğumuzun elini kesip önümüze koydular. Zaten kadınlarımıza ve kızlarımıza istedikleri gibi tüm işgal sırasında olduğu gibi tecavüz ediyorlardı.

Artık esir olmuştuk.

Nasıl yani bunlar bize benzemiyorlar mı?

Ne yani sen kimlik göstermeden, sokaktan geçtin evine geldin ve bu haberi mi okuyorsun?

Tövbe tövbe…

İstiklal Savaşını unuttum ben yahu!

Kuva-yı milliyeyi unuttum, doğu cephesini, Nene Hatunu, Sütçü İmamı unuttum. Güney cephesini, Batı cephesini unuttum. Her biri bir güneş gibi parlayan İnönü Muharebelerini unuttum. Zaten hiç var olmadı dedikleri için 30 yıldır, Sakarya Meydan Muharebesini unuttum.

İşte yıldızları bakmak gibidir dünyaya bakmak. Ülkeler vardır aklını ve kalbini kullanan, ilim yolunda ilerleyen ve medeniyetini ileriye taşıyan, bir de ülkeler var de mi okumayı, düşünmeyi yasaklayan iyice araştırsanız kız çocuklarının şarkı söylemelerini yasaklamaya kadar cahilliğin dibine inenleri göreceğiz. Bu bize bir şey anlatmalı.

Evet öyle olmadı, esaretin ne demek olduğunu bilenler bizim bugün vatanımız olsun diye, özgürce dolaşalım, başımız dik yürüyelim diye, daha çok çalışmak uğruna oğullarımızın kızlarımızın kesilmiş bacakları ve elleri ile tehdit edilmeyelim diye kanının son damlasına kadar savaştı, öldü, yaşadı, devrimler yaptı, imkansız denilenleri mümkün kıldı ve bin parçaya bölünmediğimizde bir olduğumuzda mana maddeyi yendi. İlim cahilliğe güneşler saldı. Biz İstiklal Savaşını Osmanlı'dan aldığımız harikulade miraslarla ve ondan öğrendiklerimizle, üzerine ilave ettiğimiz katkılarla hep birlikte kazandık.

Bir de şimdi Osmanlı ve Türkiye bağımsız iki şeymiş gibi hangi tarafı tuttuğumuz anlamaya çalışanlar sanki iki ayrı taraf varmış gibi bizi bölmeye çalışanlar var demi?

Evet İstiklal Savaşını kazandık!!!

Korkma diye başlayan bir özgürlük marşımız oldu.

Demokrasiye geçtik ve 23 Nisan 1920 de bir Cuma günü çok zor şartlarda da olsa Büyük Millet Meclisimiz açıldı.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızın 101. Yılı kutlu olsun.

Anne'cim;

Eğer bir gün 23 Nisan'ı Ulusal Egemenliğimizi ve Çocukları unutursam sütünü bana sütünü helal etme.

Oğlum Yiğit Bilge;

Bir gün 23 Nisan'ı Ulusal Egemenliğimizi ve Çocukları unutursan sütüm sana helal değil.

Umutsuz insanlar vardır, umutsuz durumlar yoktur. Ben umudumu hiç kaybetmedim.
Mustafa Kemal Atatürk

Çok aşkla ve sonsuz şükürle,
Hilal Çatak
Profesyonel Koç/ ICF
Adler & Erickson & POY Exp.