Sağlar, Başbuğ, Ataklı,

Çok değerli Efeler Haber Okurları,geçtiğimiz günlerin gündemlerine giren konuların sahipleri yukarıda isimlerini zikrettiğimiz isimler ve söyledikleridir.

Önce Fikri Sağlar'dan başlayalım. Sağlar ne demişti. 'Ben yargılandığım zaman türbanlı hakimin karşısına gittiğimde, benimle ilgili haklarımı koruyacağı ve adaleti yerine getireceği konusunda kuşkum var'

Bir gün sonra yaptığı açıklamayla söylediğine ilave olarak;

'Başörtüsü irticai faaliyetlerin şeriat isteyenlerin üniformasıdır.Başörtüsü yüzyıllar boyunca Anadolu'da bir gelerek giysisidir. Bununla arasında çok büyük fark vardır.'

Sayın Sağlar, dört dönem Milletvekilliği yapmış, TC.Hükümetlerinde Kültür ve Devlet Bakanlığı görevlerinde bulunmuş bir siyasetçi olarak, Müslümanların Hz.Peygamber'den (SAV) beri İslam Hukukuna (Fıkıh) dayalı bir yönetim sistemi ile idare edildiklerini çok iyi bildiği gibi, Ülkemizde 1926 yılından önce vefat edenlerin mirasları, Hukuk Sistemi değiştiği halde İslam Dininin emri olan Feraiz'e göre bölünerek, mirascılara taksim edildiğini, Hukuk kadrolarını kırk yıllık bir çalışmayla ele geçiren FETÖ mensuplarınca kendi amaçları doğrultusunda kullanıldığını da çok iyi biliyor olduğuna ininıyorum.

Sayın sağlar bu sözleriyle ülkemizde yaşayan kadınlar arasında ayırımcılık yaptığı gibi bazı kadınlarımızı küçük düşürücü bir davranış sergilemiştir.

Anadolu'da geleneksel dediği başörtüsünü de milletimiz ve müslümanlar İslami bir kıyafet olarak uyguladıklarını, o günkü toplum yapısı gereği kırsal yaşadıklarından dolayı o şekilde örtündüklerini, ayrıca bir kadın dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, hangi din ve ırktan olursa olsun din olarak kendine 'İslamiyeti' seçtiyse, herkes olmasa da genellikle yaptığı ilk icraatlarından birisinin başörtüsü takmak olduğudur. Sayın Sağlar'ın bunları da çok iyi bildiğine inanıyorum.

Öncelikle eski Türkiye'nin kangren haline gelmiş, içerisinde her türlü mikrobu taşıyan, her türlü faşist baskıyı barındıran, İnsan hak ve hukukunu ayaklar altına alan, düşünce ve inanç özgürlüğüne hem pranga hem de zincir vuran, kadına hakaret vasıtası olarak kullanılan, insanı değersizleştiren bir anlayışı da ifade eden bir büyük yarasıydı başörtüsü sorunu.

Bilhassa 1960 ile 2000 yılları arasında tüm ülkeyi ve üniversiteleri geren bu yanlış uygulamalar yüzünden on binlerce öğrenci yurt dışında eğitimlerini sürdürmek mecburiyetinde bırakılmışlardır.

Bu dönem içersinde ülkemiz muhtıralarla, darbelerle uğraştığı gibi, ekonomide başta akaryakıt, yağ ve çok sayıda ürün için milletimiz kuyruklarda beklemeye başlamış, ilaç alabilmek uğruna gece yarılarında hastane önlerinde nöbete girmiş, faiz ve enflasyon sarmalına sürüklenmiş sonunda 70 Cent'e muhtaç bir duruma düşürülmüş olduğu halde milyonlarca dolarını eğitim için yurt dışına gitmesine de sebep olmuştur.

Türkiye'nin başını ağrıtan, insanlar arasında ayrıştırma yapan, memleketin ekonomisine, gelişmesine, dostluğunun pekişmesine, kardeşlik duygularının artmasına ve moral değerlerimizin yükselmesine engeller çıkaran, insanımızın gündemini meşgul eden bu sorunu, YÖK 1984 yılında Yüksek Öğrenim Kurumlarında 'Başörtüsü' kullanımını yasaklayıp, 'Türban' kullanılmasına izin vermişti. Bu karar aynı yıl içinde Danıştay 8.Dairesi tarafından iptal edildi.

Rahmetli Özal'da, Türkiye'yi geren, dünyada küçük düşüren, kendi problemlerini çözmekten aciz durumuna düşüren, güçsüz bir devlet görünümü sergileyen bu durumdan kurtarmak ve ülkenin de itibarını da sağlamak için hamle yaparak kanunu çıkardı. Kanun Kenan Evren'e takıldı, Cumhurbaşkanı Evren tarafından Anayasa Mahkemesine götürülerek iptali sağlandı.

1990 yılında tekrar çıkarılan başörtüsüne izin veren kanunu bu sefer SHP Anayasa Mahkemesine götürerek reddedilmesini ve yürürlükten kaldırılmasını sağladı.

Ak Parti ve MHP, Şubat 2008 yılında çözmeyi başarmak üzereydi. TBMM'nde yapılan Anayasa değişikliği ile de çözmüşlerdi. Basın, CHP ve DSP beraberce hareket ederek konuyu Anayasa Mahkeme'sine taşıyarak yok hükmüne yönelik bir karar almasını sağlamışlardı.

Hemen arkasından da Yargıtay Başsavcılığı Ak Parti hakkında kapatma davası açmıştı.

Bütün bunların hatırlanmasında ve hatırlatılmasında fayda gördüğümü de ifade etmek isterim. Bu konuyu diğer gündem maddeleriyle birleştirerek yazının sonunda tekrar değineceğim.

Gelelim Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ'un söylediklerine;

'Adnan Menderes erken seçim tarihini açıklasaydı 27 Mayıs önlenebilirdi'

Aradan altmış yıl geçtikten sonra bir kitabını tanıtırken belki hiç yeri değilken böyle bir darbeyi hatırlatması, Genel Kurmay Başkanlığı yapmış kişi tarafından gündeme getirilmesinin çok manidar olduğunu düşünüyorum. Bazı Muhalefet Partilerinin göstermelik de olsa erken seçim talep ettiklerinin yanında, darbe konularının sosyal medya üzerinden ve çeşitli platformlarda konuşulduğu bir dönemde darbe hatırlatması yapmış olması dikkat çekici bir durumdur. Sayın Başbuğ 27 Mayıs Darbesini yapanların, darbeden en az beş yıl öncesinden yapılandıklarını ve darbenin bir nevi ABD ile NATO gözetiminde ve bilgisi dahilinde yapıldığını bilmemesinin imkansız olduğunu düşünüyorum. Bu konuyu da yazımızın sonunda birleştirerek değerlendireceğiz.

Üçüncü gündemimiz olan Can Ataklı'nın paylaştığı bir videodaki sözlerine;

'Erdoğan'ın gitmesi için, çok büyük bir halk öfkesinin doğması gerekir, büyük bir doğal afet olması gerekir'

Sayın Ataklı, ülkemizi ve milletimizi on sekiz yılı aşkın süreden beri kesintisiz bir şekilde yöneten, kendisinden önce seksen yıl içinde görev yapmış hükümetlerin ülkeye kazandırmış olduğu yatırım ve tesislerin üç kat, beş kat hatta bazılarında on kat fazlasını kazandırmış, Türkiye'nin çehresini değiştirmiş, Avrupa'da, Balkanlarda, Çevremizdeki devletler tarafından ve Afrika'da gıpta ile bakılan imrenilen, kıskanılan bir ülke ve millet haline getirmiş, Ordumuzu Dünyanın güçlü orduları içersinde sayılmasını sağlamış, milletimizin yüzde ellisinden fazlasının desteğini sürekli olarak kazanmış, Cumhuriyet döneminin en önemli liderlerinden olan Sayın R.Tayyip Erdoğan'ın iktidardan düşmesi için adeta dua ediyor. Sayın Ataklı'da biliyor ki, Ülkemiz birçok felaketleri yaşamış, iç ve dış komplolar ile karşılaşmış, dünya ekonomik krizlerle boğuşurken, ülkesini koruyabilmiş ve benzeri birçok zorlukları aşmayı başaran ve yoluna devam eden bir lider olduğunu da çok iyi biliyor olduğunu biz biliyoruz.

Gelelim bütün bu görüş ve düşüncelerin birbirine yakın günlerde ortaya atılmasını bir rastlantı olarak algılamadığımı belirtmek isterim. Buna daha önce Joe Biden'in Türkiye ve Sayın Cumhurbaşkanı'mız ile ilgili yapmış olduğu açıklamaları dahil ettiğimizde, Ana Muhalefet Partisi Liderinin, halkımızın ilk defa özgür iradesiyle açık, şeffaf, dürüst bir seçimle ve %52 oy vererek Cumhurbaşkanı seçtiği Sayın R.Tayyip Erdoğan için sarf ettiği çok yakışıksız sözleri de yukarıda bahsi geçen sözlerle birleştirdiğimiz de durumun hiç de basit olmadığı görülüyor.

Türkiye son yüz yıl içersinde çok sayıda zorlukları aşarak bugünlere geldi, bütün bu komploları da Allahın izni ve milletimizin iradesiyle aşacaktır.

Sözlerimi Sayın Sağlar için yazdığım iki adet dörtlükle son veriyorum.

Ey Fikri, Söylediğin fikir değil,

Ağzından dökülenler zikir değil

Amacın Müslümana bulaşmak mı?

Hedefin Haviye'ye ulaşmak mı?

Biz senin için istiyoruz hidayet

Sende de kalıcı olsun inayet

Böylece olursun insanın iyisi

Olmalısın küfre meydan okuyan birisi

Kalın Sağlıcakla.