Öğrenme Yolculuğu Yaşam boyu;

Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 2001 yılında mezun oldum ve halen Aydın Barosuna kayıtlı serbest avukat olarak mesleğimi ifa etmekteyim. 12 Şubat 2018 tarihinde Uzman Arabulucu, 11 Ocak 2013 tarihinde Uzlaştırmacı olarak halen çalışmalarımı ve avukatlık mesleğimi sürdürmekteyim. Aynı zamanda Aydın 'da faaliyet gösteren Aydın Arabuluculuk Merkezinin kurucu ortağıyım.

Yaşam boyu öğrenme sürecinde; avukatlık ve hukuk hakkında bildiklerimi, biriktirdiklerimi paylaşmak üzere, kendimi bu yazıyı yazarken buldum. İlk defa deneyimlediğim bu mecrada acemiliğimi ve heyecanımı mazur görmeniz en büyük arzum.

Bu anlamda ilk yazım; ilk günkü heyecanla, adalet duygusuyla ve büyük bir görev bilinciyle ifa ettiğim mesleğim Avukatlık üzerine olacak.

Avukatlık mesleğinin ilk olarak, Romalılar'da karşımıza çıktığına dair genel bir fikrimiz vardır ancak bu hususa ilişkin yapılan araştırmalar bizi çok daha önceye götürmüştür. N.S. Kramer'in eserini ve Sümer tarihiyle ilgili kitaplar incelediğinde, Roma'dan ve Yunan'dan çok önce, M.Ö. 3000 yıllarında Nippur kazılarında elde edilen 'Suskun Kadın' davasıyla, avukatlığın başladığı bilgisine ulaşılmıştır. Bu nedenle, avukatlık, öncesinde vardı ve hep var olacaktır.

Hikaye şöyle yaşanıyor ;

Olay M.Ö. 1850 yıllarında Sümer ülkesinde gerçekleşiyor. Bir cinayet işleniyor. Üç kişi, bir bahçıvan, bir berber ve mesleği bilinmeyen biri, bir tapınak görevlisi olan Lu-Inanna adlı şahsı öldürüyor. Katiller, saptanamayan bir nedenle öldürülen kişinin karısı olan Nin-dada'ya kocasının öldürüldüğünü söylerler. Ancak kadın garip bir şekilde bu sırrı saklar ve yetkililere haber vermez. Cinayet, Kral Ur Ninurta'ya bildirilir ve o da davayı Nippur'daki mahkeme işlevi gören Yurttaşlar Meclisi'nin önüne çıkarır.

Bu mecliste bulunanlardan dokuzu, yalnızca üç katilin değil bu sırrı saklayan karısının da cezalandırılmasını isterler. Bunun nedeni; cinayeti öğrendiği halde ihbar etmeyip saklaması sebebi ile kadının suç ortağı olduğunu düşünmeleridir.

Bunun üzerine meclisin iki üyesi kadının savunmasını üstlenirler. Onun cinayette yer almadığını ve bu sebepten dolayı ceza almaması gerektiğini savunurlar.

Mahkemenin diğer üyeleri savunmanın bu görüşüne katılırlar. Kocası sağlığında karısının gereksinimlerini karşılar gibi görünmediğinden kadının suskun kalmakta haklı olduğunu bildirirler. 'Gerçek katillerin cezasının infazına ' ifadesiyle karar sonuca bağlanır. Buna göre Nippur Meclisi yalnızca üç kişiye ölüm cezası vermiştir. Bu mahkeme kararı, iki farklı Sümer şehrinde yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkmıştır. Aynı karardan farklı şehirlerde birer tane mevcuttur. Çivi yazılı tabletler çok kırık vaziyette olmalarından dolayı her ikisi de kullanılarak tamamlanmıştır. Ayrıca değişik şehirlerde birer tane olması bunun örnek bir dava niteliğinde olması gerektiğini göstermiştir.

Hikayeden de anlaşıldığı üzere avukatlık bir savunma ihtiyacından doğmuştur. Olayda suçsuz bir insanın savunulduğunu görüyoruz ancak kişi suç işlemiş bile olsa adil yargılama hakkına sahiptir ve bir avukat marifetiyle savunma hakkını kullanmalıdır.

Hak ve özgürlükler kullanılınca, yani yaşama geçince, anlam ve değer kazanır. Hak ve özgürlüklerin yaşama geçirilmesi, savunma hakkının ve hak arama özgürlüğünün varlığına bağlıdır. Bu bakımdan savunma hakkı; Kişinin yaşama hakkı kadar önde gelen kutsal bir haktır.

Çünkü, hak arama özgürlüğü ve savunma hakkı bulunmadan kişinin özgür ve mutlu yaşamasına olanak bulunmadığı gibi, savunma hakkı olmadan diğer hak ve özgürlüklere kavuşmak da söze konu değildir.

Avukat yerine ve olayına göre; hayatından başlayarak özgürlüğü, namusu, maddi varlığı, geçmişi ve geleceği ile insana ve topluma yardımcı olmak ödevindedir.

Yürürlükte bulunan Avukatlık Kanunu'muzun 34 üncü maddesi bu konuda kesin fikir verecek açıklıktadır : «Avukatlar yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.»

Avukatlıktan başka hiçbir meslek kanununda, o meslek mensuplarının meslek dışı tutum ve davranışlarını da düzenleyen bir hükme rastlamak mümkün değildir. Üstelik Avukatlık Kanunu, avukatın meslek faaliyetleri dışındaki tutum ve davranışının da meslek vakar ve haysiyetine uygun olması gerektiğini yalnız 34 üncü maddede temenni kabilinden hükümlendirmekle kalmamış, 134 üncü madde ile de bunlar yaptırıma bağlanmıştır.

Ve nihayet Avukat, sadece yüksek ahlak sahibi, kültürlü bir insandan ibaret değildir. Avukatlık bir sanattır ve avukat bir sanatçıdır. Bir savunma yazısı, bir dava dilekçesi psikolojik etki yaratacak düzeniyle, ince trükleriyle ve nihayet edebi üslubu ile de bir sanat yapıtıdır.

Yazımı meslek hayatımda ilke edindiğim Mevlana'nın bir sözü ile bitirmek isterim; ' Sesini değil, sözünü yükseltmeli insan. Çünkü gök gürültüleri değil, yağmurlardır yaprakları yaşatan ' .

Sevgilerimle…